Kategori: BLOG YAZILARI

Home / BLOG YAZILARI
Sorgulama
Yazı

Sorgulama

Hayatım, zamanın akışından ibaret. Bir serzeniş değil sadece gerçekliği ile yüzleşme yalınlığı. Bugün, dünden farklı mı veya başka türlü mü olacak yarın? Kendi yansıması içinde tekrarlıyor zaman kendisini durmaksızın, yanıltarak farkındalığımızı. Peşi sıra gittiğimiz bütün o öncelikler, durumlar, sorunlar, çözümler, çözümsüzlükler, çıkışlar, çıkmazlar, sevmeler, gitmeler, vazgeçişler, öfkeler, sevinçler, bağlılıklar, kopuşlar; bir başkalık mı barındırıyor içinde? Barındırmıyor, zorlama… Sorular, yanıtlardan türüyor. Biri, bir diğerinin döngüsü. Zannımız, yalnızca bir yanılgı. Birbirinden farklı görünen her yeni durum aslında sadece tekrarı bir önceki anın; biçimini biz değiştiriyoruz istemsizce, hepsi bu. Zihnimiz bize oyun oynuyor. Oyun kurucusu sensin kendi dünyanın. Ve aslında bu sebeple sürprizsiz ve öngörülebilir yaşadıkların. Akışın içindeki duraklar, varışı belli yolun molaları. Her defasında başka bir yere ulaştığını düşündüren oysa rotasını kendinin çizdiği… Kendinle oynadığın bir oyun senin yaşamın. Yazık ki, bunu bilmiyorsun…

İnsan kendisi aynı kalırken nasıl farklılaşabilir ki yaşamı… Deneyimledikçe değiştiğini zannedersin, öğrendikçe geliştiğini, acı çektikçe başkalaştığını, affettikçe barışçıl biri olduğunu, mutlu oldukça bağlılığının arttığını, ayakta kalabildikçe güçlendiğini, yıkıldıkça yeniden doğabildiğini; dostların eşsiz biri olduğuna inandırır, hasımların dünyanın sensiz daha iyi bir yer olacağına…

Oysa sen, sensin. Bilmez misin… Değişirken kendin gibi değişiyorsun; severken de acı çekerken de kendin gibi. Başkalaşırken kendin gibi başkalaşıyorsun ve mücadele ederken kendin gibi. Giderken, giden sendin ve döndüğünde aynı sensin dönen. Sevmelerin aynı sevme, bitişlerin aynı öfke. Tamamen başkalaşabilmek gerek bambaşka olabilmesi için yaşamının. Ancak senin bu yolculukta görevin kendin kalmak; çünkü ancak bu şekilde mümkün olabilecek bir sonraki sefere evrimin… 

Umut
Yazı

Umut

Bir tebessümün ardında saklıdır umut ve kalbimize tutunan inatçı masumiyet…

Her Şey Özüne Döner
Yazı

Her Şey Özüne Döner

Kendilerine olağanüstü değer verilenler arasında pek azı, bu değerin kendilerinden değil de karşılarındakinin iflah olmaz yüce gönüllülüğünden kaynaklandığını anlayabilirler. Zaten anlayabilselerdi, atfedilen eşsiz değerde olurlardı ve pamuklara sarılıp saklanası nadidelikle göz alırlardı. Şüphesiz bu pek az rastlanır bir durumdur. Hal böyle olunca, yapılması gereken tek şey bu insanları kendi küçük dünyalarına iade etmektir. Sihrin kendilerinden değil de iyiliğin dokunuşundan olduğunu anladıklarında ve o iyilik artık onları sarmalamadığında, teneke barakalarına kimsesiz geri dönerler ve aynaya yansıyan silüetlerinde, kalplerinin karanlık kuytuları ile yüzleşirler… Dallarında olgunlaşmadan yerlere saçılan karadut taneleridir onlar. Damaklara tat vermeyen çiğlikte ve lezzetsizdirler…

Omurgalı kadınlardan korkmayın, onlar sizin korkularınızın panzehir
Yazı

Omurgalı kadınlardan korkmayın, onlar sizin korkularınızın panzehir

İş dünyasının tamamen erkek egemen tepe yönetiminde, tepe kadın yöneticilerin varlığını ve başarısını kabul edemeyen erkeklerin açığa çıkan vizyonsuzlukları, yetersizlik duyguları ve kompleksleri ile çevirdikleri entrikaları; bu esnada kadının aklını ve kararlılığını idrakten aciz zavallı kibirlerinin, onları nasıl da açığa düşürdüğünü ve stratejik düşünce yoksunlukları ile takılı kaldıkları taktikleri, onları sahte apoletlerinin söküldüğü yolun sonuna getirirken, tutunmaya çalıştıkları kumdan kalelerin düşüşünü anlattığım bir kitap yazacağım ileride. Bence tutar…

Kendini beğenmişlik, gerçeklerin şuurunda olabilmenin önündeki en büyük engeldir. İş dünyasında bu zafiyeti, sayısız defa ve ağırlıklı olarak erkeklerde gözlemledim ve tabii kaçınılmaz bitişlerini de… 

Ne yapalım, bu vak’aların hepsi, kitaba fayda…

Şu Kanadı Kırık Dünyamızda Danimarka Tarzı Mutluluk Diye Bir Şey Var
Yazı

Şu Kanadı Kırık Dünyamızda Danimarka Tarzı Mutluluk Diye Bir Şey Var

Hangimiz bu resimden yayılan keyif ve huzurun tüm yaşamımızı kapsamasını ve iliklerimize kadar bu dinginlikle sarmalanmayı istemeyiz ki… İnsanoğlunun duyduğu en büyük özlem, “mutluluk”. Gerçekten de sadece anı değil, bir ömrü mutlu yaşamak mümkün olabilir mi? Olabiliyormuş işte… Hep olduğu gibi sadece bireysel bir seçim yapmak gerekiyor. Mutlu hissedebilmeyi seçmek ve böylece yaşam felsefeni, zihinsel kurgunu, insanlara hoşgörünü, durumları değerlendirme ve olanı kavrama biçimini, tümüyle bu saadet üzerine kurmak. Bir küçük maliyeti bile yok üstelik. 

BM’nin 2016 “Dünya Mutluluk Raporu”na göre, dünyanın en mutlu insanları Danimarka’da yaşıyormuş. Denebilir ki, “Danimarka, insani gelişme endeksi çok yüksek ülkelerden biri, e tabii mutlu olurlar. Bizim hayalini dahi kuramayacağımız seviyede kişi başı milli gelir, yüksek yaşam standardı, uzun ve sağlıklı yaşam beklentisi, bilgiye ve eğitime kısıtsız erişim, doğum iznindeki kadınlara kesintisiz maaş ödemesi, çalışanlara haftalarca izin, sosyal, toplumsal ve siyasi etkinliklere katılım fırsatı, elde edilen gelirlerin bireyin doğrudan cebine girmesi değil de, toplumsal alanda dengeli dağılımı ve bireye yansıtılabilen kaynaklara dönüşümü, toplumsal çoğunluğun yaşam alanına katkı sağlayan büyüme, bireyin karar verirken seçeneklerini arttıran olanaklar yaratılması, yani kısaca insanların ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri insani ortamların sunulduğu bir ülkede yaşamak, insanı nasıl mutlu etmez !.” Doğrudur, bir itirazım yok. Ama sadece bu mudur ?

Bakın özellikle son dönemde dünyaya da hızla yayılan bu Danimarka kültürüne özgü kavramın adına “Hygge” diyorlar. Bir yaşam felsefesine dönüşmüş durumda. Özü dostluk, sıcaklık, hoşgörü, muhabbet, basit zevkler, mum ışığı etrafında içten sohbetler, hoş kokulu ortamlar, sıcak çörekler, dumanı tüten kahveler, rahat giysiler, gösterişsiz misafirperverlik, kışın sıcak bir battaniyeye sarılarak, kendi huzurunuz ile yarattığınız ortamda kitap okumak, yatıştırıcı melodiler, iddiasız, zarif dost ortamları. Anın değerini bilmek, andan keyif almak ve bu anları halkalar gibi birbirine köprüleyerek bir ömür zinciri yaratmak. 

Peki, bu da mı parayla? İyi hissetmek, iyi insan olmak ve iyiliği yaymak, kişi başı milli gelirin yüksekliği ile mi ilgili? Hayır değil. Bu olumlu duygularla çevrelenmeye kalbimizi, fikrimizi açmakla ilgili. Ön yargılı olmamakla, kendinden olmayanı dışlayarak yoksun bırakmamakla, insana değer vermekle, çevreye, doğaya, her canlıya karşı bireysel sorumluluk taşımakla ilgili. Dünyanın daha iyi bir yer olabilmesi için kişinin ferdi katkısının şuurunda olması ile ilgili. Kadın, erkek, çocuk, yaşlı, engelli diye ayırmadan önce sadece “insan” diyebilmekle ilgili. Dünyada yoksulluk ve açlık olduğu gerçeğini unutmadan, taşkın bir oburluk, bencillik ve kibir ile yaşamamakla ilgili. İyi niyet taşımak, “Peki ben toplumun refahı için küçücük de olsa ne yapabilirim” demekle ilgili. Bunun tartıda bir ölçüsü yok. Ölçüsü vicdan, ölçüsü ahlaki değerlerimizin yalınlığı.

Kaçımız birimizin başarısını, “Neden ben değil de o” demeden, gerçekten gönülden kutluyoruz; kaçımız birimizin çocuğu başardığında, “Neden benim ki daha başarılı değil” demiyoruz; kaçımız binbir özveri ile yapılan bir düğünden dönüşte, burun kıvırarak, ikramda kusur bulmuyoruz; kaçımız bir arkadaş evinde ağırlandığımızda, “Nereden bulmuşlar böyle ev alacak parayı” demiyoruz; kaçımız, bir diğerinin eşini, sevgilisini, kendimizin ki ile kıyaslayıp, “O neden daha şanslı” demiyoruz. Neden, bir başkası için de, kendimiz için olduğu kadar gönülden sevinip, gönülden üzülmüyoruz. Neden başkalarının hayatlarında olan iyi şeyleri, kendimize de bir armağan olarak kabul etmiyoruz ya da neden başkalarının dertlerinden, kendi korunaklı sığınaklarımıza saklanarak, kaçışıyoruz.

Onlarca örnek verebilirim. Her şey insanın kalbinde, özünde bitiyor. Şüphesiz içinde yaşadığımız toplumun kültürü, normları, değer yargıları, medeniyet düzeyi, etkileşim içinde olduğumuz sosyal çevremiz, geçmişimiz, bizi yetiştirenlerin kendi geçmişlerinden bize taşıdıkları, korkularımız, endişelerimiz, gelecek kaygılarımız, hepsi yaşamımızı sürdürme biçimimizde bir etken. Yadsıyamayız ama en azından kendimizi geliştirebiliriz, değişebiliriz. Daha huzurlu olabilmenin yolu, kendi ruhlarımızı iyileştirmekten ve bizi kemiren bencillikten özümüzü ayıklamaktan geçiyor. 

Ben, maruz kaldığımız her zorluğa rağmen, iyiliğin özden geldiğine ve hayatın hesapsızca sunduğumuz kadar bize aynı bereketle döneceğine inananlardanım. Önce iyi insan olmalı şu hayatta. Temiz bir nefes gibi, ferah bir kalp barındırmalı insan göğüs kafesinde. O zaman neden bu kadar uzağımızda olsun ki saf mutluluk, gerçek dostluk ve huzurla bezenmiş anlarla dolu bir ömür…

Miladımız Olsun
Yazı

Miladımız Olsun

Kaçımız yüzleşiyoruz hayatın kendisi ile? Yüzleşirken ne kadar sorguluyoruz? Sorgularken, ne kadar dışına çıkıyoruz, sınırlarını kendi çizdiğimiz çemberin? Derinleşiyor muyuz, önyargılarımızdan arınıyor muyuz, odağımızın gerçekte ne olduğunu doğru tahlil edebiliyor muyuz? Varmak istediğimiz yer, aslında baştan beri saplanıp kaldığımız yargılarımızı doğrulayan bir nihai durak mı olsun istiyoruz yoksa; kendimizi istemsiz ve farkına varmadan o son durağa mı manipüle mi ediyoruz? Bize hayal kırıklığı yaşatanlar mı kusurlu olanlar yoksa bu hayal kırıklığını yaşamaya sebebiyet veren odaklarımız mı bize hayatı dar bir pencereden gösteren. Neden tek derdimiz hep haklı çıkmak. Her haklılığımızda, kendi çıkmazımıza saplanıyoruz aslında tekrar tekrar. Hayat bize doğruluğumuzu ispat etti zannediyoruz oysa yaptığımız tek şey varlık sebebimizin enginliğinden uzaklaşmak…

Artık anlıyorum ki, bugüne değin tüm iç hesaplaşmalarım, hüzünlerim, sevinçlerim, kederlerim, çıkmazlarım, kızgınlıklarım, bağışlamalarım, adanmışlıklarım, çok sevmelerim, vazgeçmelerim, yanılgılarım, kabullenişlerim ve kendi içinde kaotik bir düzeni olan ne kadar duygum varsa, nihayetinde beni aydınlanmanın ilk adımına getirecek olan, çok uzun bir yolculuğun rehber hezeyanlarıymış. Bu hislerimi mutlaka ifade etmek istedim ki, belki de tek birinize değsem bile, yaşamında anlamı ararken çektiği acılarda, yalnız olmadığını duyumsasın ve miladı olsun diye…

Bu yolculuğun henüz en başında olmaktan korkmuyorum; önümdeki yol öylesine aydınlık ve şeffaf görünür oldu ki gözüme, ardımda bıraktığım ve beni pek çok defa hırpalayan bütün o içsel kavgaları, doğru diye kabullendiğim eksiklikleri, önemli saydığım ne kadar öncelik varsa önemsizliğini, zarar vermek niyetlerini kavradığımı zannedip uzağında durduğum bütün o insanların, aslında bana en büyük iyilik edenler olduklarını anlamış olmayı, minnetle kutsuyorum. Arayışımın bir karşılık bulacağını ve nihayet neyin özde en değerli olduğunu keşfedeceğimi biliyordum; dünya gözü ile bakıldığında bu uğurda zaman harcamış olabilirim ama tekamülümde bunun sözü bile olmaz.

Ne büyük bir farkındalık yoksunluğu, tek bir olguya odaklanmak… Hayatta ki hayal kırıklıklarını düşün. En çok ne üzdü seni? Dostların ihaneti mi, kaybettiğin kariyer mi, yokluğuna düştüğün güç ve para mı, kaybettiğin güzellik mi, devamı gelmeyen bir aşk hikayesi mi, en büyük sırdaşının en büyük kalleşin olduğunu öğrenmen mi, ‘dünya beni yalnız bıraksa o yanımda durur’ dediğin kahramanın aslında yalnızca kendi varlığının devamını besleyen bir korkak olduğunu öğrenmen mi, yüzüne gülenlerin kıskançlığı ve riyaları mı, başarılısın diye kuyunu kazdığını öğrendiklerin mi, her fırsatta seni yıkmaya çalışanlar mı; daha kaç örnek saymalıyım? Peki nasıl mücadele ediyorsun bütün bunlarla? Biliyor musun, edebildiğini zannederken edemiyorsun aslında. Güçlü durmak adına, kendini tüketip duruyorsun. Neden biliyor musun, çünkü odağını eşit dağıtmıyorsun. Senin için ya sadece dostluk önemli, ya sadece güç ve para, ya sadece güzellik, ya sadece bağlılık, ya sadece aşk, ya sadece takdir ve kabul görmek, ya sadece kurguladığın imajın veya her neyse… 

Oysa, en önemli olanın aslında sadece öz benliğin olduğunu görmüyorsun. Şu hayatta kendini gerçekleştirebilmen için ne gerekir, bunu derinliğine keşfetmiyorsun. Yaşamının içindeki her duruma eşit veya dengeli odaklanmıyorsun. Hep tek bir şeyi en çok önemsiyorsun. Sonra, buradan bir darbe geldiğinde, hayatın darbe almış gibi hissediyorsun.

Hayır, hayatın bir darbe almıyor. Gör bunu. Hayatın kocaman bir bütün senin. İçinde hepsine yer var. Tek bir şey değilsin ki sen. Dostluğa yüklediğin anlamlar güçlü olabilir ama bunun üzerine kurgularsan hayatını, dostlar seni terk ettiğinde hatta daha fenası ihanet ettiğinde yıkılırsın; çalışıp emek vererek bir konum elde etmiş olabilirsin ama bunun tamamen nesnesel olduğunu hafızanda tutmazsan, gücü ve mevkii kaybettiğinde bir kimliğin de kalmaz. Güzellik bu kadar mı önemli; aynada sadece dış güzelliğine takılı yaşamak, hep başkalarını imrendiren bir hayat sürmek, kimin yaşantısı nasıl diye merak edip, daha iyisine sahip olmak için hırslanmak, en pahalı zevklere sahip olmak, kimsede olmayan o saati takmak neden bu kadar odağında senin; kim için yaşıyorsun sen. Dünyada tek insan sen kalmış olsan, önemseyecek misin yine de çok güzel görünmeyi, havalı yaşamayı? Aşk, hayatını dolduruyor olabilir ama sen sadece bu duygudan ibaret değilsin ki! Ya biterse; öldürecek misin kendini? Peki ya imajın; göründüğün kişi misin gerçekten, düşünmüyor musun üzerinde hiç. Neden başkalarının gözünde durduğun yer bu kadar önemli. Başkaları neden bu kadar belirleyici hayatında?…

Her şeye yer var yaşamında ama sadece anlamını kavrayarak içine alırsan hayatının, o zaman dünyaya gelme sebebini de özümsemiş olursun. Güzelliğin sadece güzel görünmek, güzel yaşamaktan ibaret olmadığını; güç ve paranın sadece sana ve çıkarlarına hizmet ettiğinde, insanlığa bir yarar sunmayacağını ve seni hiçleştireceğini; aşkın evrensel olduğunu kavramalısın. Daha büyük resme bakabilmelisin. İnsanların, seni de içine çekmeye çalıştıkları o dar, sığ, sevgisiz, iyilik barındırmayan karanlık mahzenlerinin küf kokusunu soluma; seni de tüketmesine müsaade etme. İnsanlardan beklentilerine, onların taşıyamayacağı erdemlikte anlamlar yükleyip, sonra da seni yanılttıklarında başına yıkılan dünyanın altında bir kurtarıcı bekleme. Dert saydığın şeylerin çok büyük bir bütün içinde sadece bir nokta olduğunu görebilmelisin. Neden hayatının merkezinde olsun ki, bir toz zerresi…

Bu uzun yolculuğa hazırsan eğer, çok bağlanmamalısın hiç bir şeye hayatta, hayatın kendisinden başka…

O Gün
Yazı

O Gün

Bir gün herkes şarkı söyleyecek ve dünün kollarında o gün, en mutlu yarın olacak…

Canparem
Yazı

Canparem

Gözlerim dolmuştu. Oğlum sarıldı ve dedi ki, “anne, bazen de iyiler kazanır”. Kalbim titredi. Bu kadar naif, yalın ve masum bir kucaklamanın böylesi büyük bir hakikati nasıl barındırabildiği ile sarsıldım. Bir avuç saf iyilik, bir avuç saf iyi insanı çevreler. En büyük dileğim, bu halenin içinde sarmalanmaktır…

Çöz Esaretini Hüznün
Yazı

Çöz Esaretini Hüznün

Hüznünü anlat bana, hadi anlat… Ne çok sevdiğini onu biliyorum. Kimselerle bölüşemediğini, sessizce göğsünde gizlediğini, gözünün ucundan ayırmadığını biliyorum. En neşeli anlarda, herkesten önce kadeh kaldırdığında, gözler ille de seni aradığında, yaydığın ışık karanlığı parlattığında, nasıl da kandırabildiğini herkesi biliyorum. Bu senin zaferin öyle değil mi? Sen nasıl istersen, öyle olur. Nasıl görünmek istersen öyle görünürsün gözlere. Kimi istersen, o kalpte hazırdır yerin. Sen iste yeter ki. Kimi sevdin de karşılık alamadın sevgine. Ama işte böylesin sen. Tekdüze mutluluk sarmaz seni. Tekrarı anların, boğar. Duraksız bir arayış olmalı hayatın; “tamam, artık vardım” diyememelisin öyle değil mi? Uzun olmalı önündeki yol ve sen başında olmalısın hep…

Aslında derin, çok derindedir benliğin ama barınmak zordur içinde. Bağlandıklarında sana, sen çoktan vazgeçmişsindir bile bağlananlardan. Öyle ıssız koparsın ki sana sokulan bezginlerin kıyılarından, yokluğun fark edildiğinde, çoktan gözden kaybolmuş olursun, bilinmezinde ufkun. Hem en çok da, seninle ilgilenmiyor görünenler heveslidir sevgine uzanmaya; bir dokunsan, bir sunsan sevgini, teslim olacaklarını bilirsin; kalbinin bucaksız kavuğunda bir sığınak arayacaklarını, orada öylece kalmak isteyeceklerini… Oysa sen, herkesten önce görebilirsin ruhlarındaki ışığı ya da zifiri geceyi. Bazılarının seni azaltmak için her uğraştıklarında senin neden hep çoğaldığını ve neden kendilerinin durmaksızın eksildiklerini, bir türlü anlayamazlar. Kavrayamazlar ki, kirli bir ruh barınamaz saf sevginin içinde; ve aydınlıktır iyiliğin rengi…

Ne kadar daha besleyeceksin hüznünü kör kuytularında ruhunun. Çıkarmayacak mısın gün ışığına. Karışmayacak mı hala kalabalıkların arasına. “Adım hüzün değil bundan sonra; ben öykündüğün mutluluğum” diyemeyecek mi… 

Hatırlıyor musun geçenlerde hani bir hıçkırık dolanmıştı boğazına, öylece durduk yere. Dolanıp beline, kendi boşluğuna çekmişti seni, o tek sırdaşın; ve sen de gönüllü teslim olmuştun ona. Ne olmuştu anlatsana biraz. Hangi geçmiş hatıra, hangi hasret, hangi özlem kavurdu seni o anda. Hangi mutsuzluğunu taşıdın yine o en çok sevdiklerinin. Onlar farkına dahi varmadı oysa. Gülüşüyorlardı, sen taşırken yoksunluklarının yükünü. Neden bir midye gibi acılarını topluyorsun dünyanın. Şifacı değilsin ki sen. Anlamıyorsun, her acının kendi yaktığı yüreğin içinde soğuyacağını. Bırak, soğusun; uzanma kor ateşe. 

Sadece kendin için nefes aldığın tek bir an bile oldu mu senin. Kendi bencilliğinden ürktüğün tek bir anı var mı yaşantının. Yok değil mi? “Var” desen de inanmam ki!. Sen en son ne zaman kendi biricikliğini kutsadın; ne zaman, “ben olmasaydım, bir eksik olurdu bu dünya” dedin; ne zaman, “iyi ki varım ben de” dedin. Kibirle değil ama; sahtecilikle değil; kendini diğerlerinden üstün sayarak değil; sadece kendini önemli gören bir çiğlik ile değil; varlığının değerinin, başkalarının gözünde ispatı çabası ile değil. Sadece yalın bir ruh ile; yeni doğmuşsun gibi bir masumiyet ile… Yaşamın içindeki tüm canlılara saygı duyarak, onları kabullenerek, yargılamadan, sınıflandırmadan, ayrıştırmadan, ne zaman bir başına bütünleştin dünyayla; ne zaman arındın acılarından; ne zaman nefes aldırdın yaralarına, yüzleşmekten korkmadan… 

Yakalanmadığın her sefer, daha sıkı bağlanıyorsun hüznüne. Görünmez bir zırh gibi taşıyorsun onu üstünde. O seni en iyi tanıyan yoldaş, mıhlanmış fikrine. Ne kadar zor değil mi, açmak kalbini, seni ölürcesine sevene bile. Sen tüm acıların mülkiyeti sende olsun istiyorsun. Bu senin kavgan, kimse değmesin istiyorsun. Bütün bedelleri sen ödemek, her yarayı sen iyileştirmek, her kedere sen siper olmak istiyorsun. Ama bırak artık; vazgeç ömürlerince çırpınıp uçamayanlara kanat olmayı. Kendin de uçamıyorsun böyle olunca, özgürce ve kısıtsız. Yaşam, açmış kollarını seni bekliyor. Kucaklaş bence. Bir defa da sen sığın hayata kendiliğinden, hep korunak olmak yerine.

Öyle güzelsin ki sen; öyle alaca ki gülüşün, öyle yegane ki var oluşun. Keşfet bak, kocaman kanatların var senin. Bir bilsen ne kadar heybetliler. Her rüzgarı yararsın sen, her zirve senin mabedin. Sadece kendin için nefes al, kendin için kanatlan bundan böyle. Öyle karış ki rüzgara, gökyüzü baştan başa sen olsun. Bil ki yaşamak, ardından bırakacağın sevdalı bir hatıra ve bu hatıra sadece sana dair, sen nefes aldıkça…

İçimizde
Yazı

İçimizde

Bir yaralı ceylan yaşar içimizde; yine de mağrur bir aslandır, her uzanılmak istendiğinde…