Hangimiz bu resimden yayılan keyif ve huzurun tüm yaşamımızı kapsamasını ve iliklerimize kadar bu dinginlikle sarmalanmayı istemeyiz ki… İnsanoğlunun duyduğu en büyük özlem, “mutluluk”. Gerçekten de sadece anı değil, bir ömrü mutlu yaşamak mümkün olabilir mi? Olabiliyormuş işte… Hep olduğu gibi sadece bireysel bir seçim yapmak gerekiyor. Mutlu hissedebilmeyi seçmek ve böylece yaşam felsefeni, zihinsel kurgunu, insanlara hoşgörünü, durumları değerlendirme ve olanı kavrama biçimini, tümüyle bu saadet üzerine kurmak. Bir küçük maliyeti bile yok üstelik.
BM’nin 2016 “Dünya Mutluluk Raporu”na göre, dünyanın en mutlu insanları Danimarka’da yaşıyormuş. Denebilir ki, “Danimarka, insani gelişme endeksi çok yüksek ülkelerden biri, e tabii mutlu olurlar. Bizim hayalini dahi kuramayacağımız seviyede kişi başı milli gelir, yüksek yaşam standardı, uzun ve sağlıklı yaşam beklentisi, bilgiye ve eğitime kısıtsız erişim, doğum iznindeki kadınlara kesintisiz maaş ödemesi, çalışanlara haftalarca izin, sosyal, toplumsal ve siyasi etkinliklere katılım fırsatı, elde edilen gelirlerin bireyin doğrudan cebine girmesi değil de, toplumsal alanda dengeli dağılımı ve bireye yansıtılabilen kaynaklara dönüşümü, toplumsal çoğunluğun yaşam alanına katkı sağlayan büyüme, bireyin karar verirken seçeneklerini arttıran olanaklar yaratılması, yani kısaca insanların ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri insani ortamların sunulduğu bir ülkede yaşamak, insanı nasıl mutlu etmez !.” Doğrudur, bir itirazım yok. Ama sadece bu mudur ?
Bakın özellikle son dönemde dünyaya da hızla yayılan bu Danimarka kültürüne özgü kavramın adına “Hygge” diyorlar. Bir yaşam felsefesine dönüşmüş durumda. Özü dostluk, sıcaklık, hoşgörü, muhabbet, basit zevkler, mum ışığı etrafında içten sohbetler, hoş kokulu ortamlar, sıcak çörekler, dumanı tüten kahveler, rahat giysiler, gösterişsiz misafirperverlik, kışın sıcak bir battaniyeye sarılarak, kendi huzurunuz ile yarattığınız ortamda kitap okumak, yatıştırıcı melodiler, iddiasız, zarif dost ortamları. Anın değerini bilmek, andan keyif almak ve bu anları halkalar gibi birbirine köprüleyerek bir ömür zinciri yaratmak.
Peki, bu da mı parayla? İyi hissetmek, iyi insan olmak ve iyiliği yaymak, kişi başı milli gelirin yüksekliği ile mi ilgili? Hayır değil. Bu olumlu duygularla çevrelenmeye kalbimizi, fikrimizi açmakla ilgili. Ön yargılı olmamakla, kendinden olmayanı dışlayarak yoksun bırakmamakla, insana değer vermekle, çevreye, doğaya, her canlıya karşı bireysel sorumluluk taşımakla ilgili. Dünyanın daha iyi bir yer olabilmesi için kişinin ferdi katkısının şuurunda olması ile ilgili. Kadın, erkek, çocuk, yaşlı, engelli diye ayırmadan önce sadece “insan” diyebilmekle ilgili. Dünyada yoksulluk ve açlık olduğu gerçeğini unutmadan, taşkın bir oburluk, bencillik ve kibir ile yaşamamakla ilgili. İyi niyet taşımak, “Peki ben toplumun refahı için küçücük de olsa ne yapabilirim” demekle ilgili. Bunun tartıda bir ölçüsü yok. Ölçüsü vicdan, ölçüsü ahlaki değerlerimizin yalınlığı.
Kaçımız birimizin başarısını, “Neden ben değil de o” demeden, gerçekten gönülden kutluyoruz; kaçımız birimizin çocuğu başardığında, “Neden benim ki daha başarılı değil” demiyoruz; kaçımız binbir özveri ile yapılan bir düğünden dönüşte, burun kıvırarak, ikramda kusur bulmuyoruz; kaçımız bir arkadaş evinde ağırlandığımızda, “Nereden bulmuşlar böyle ev alacak parayı” demiyoruz; kaçımız, bir diğerinin eşini, sevgilisini, kendimizin ki ile kıyaslayıp, “O neden daha şanslı” demiyoruz. Neden, bir başkası için de, kendimiz için olduğu kadar gönülden sevinip, gönülden üzülmüyoruz. Neden başkalarının hayatlarında olan iyi şeyleri, kendimize de bir armağan olarak kabul etmiyoruz ya da neden başkalarının dertlerinden, kendi korunaklı sığınaklarımıza saklanarak, kaçışıyoruz.
Onlarca örnek verebilirim. Her şey insanın kalbinde, özünde bitiyor. Şüphesiz içinde yaşadığımız toplumun kültürü, normları, değer yargıları, medeniyet düzeyi, etkileşim içinde olduğumuz sosyal çevremiz, geçmişimiz, bizi yetiştirenlerin kendi geçmişlerinden bize taşıdıkları, korkularımız, endişelerimiz, gelecek kaygılarımız, hepsi yaşamımızı sürdürme biçimimizde bir etken. Yadsıyamayız ama en azından kendimizi geliştirebiliriz, değişebiliriz. Daha huzurlu olabilmenin yolu, kendi ruhlarımızı iyileştirmekten ve bizi kemiren bencillikten özümüzü ayıklamaktan geçiyor.
Ben, maruz kaldığımız her zorluğa rağmen, iyiliğin özden geldiğine ve hayatın hesapsızca sunduğumuz kadar bize aynı bereketle döneceğine inananlardanım. Önce iyi insan olmalı şu hayatta. Temiz bir nefes gibi, ferah bir kalp barındırmalı insan göğüs kafesinde. O zaman neden bu kadar uzağımızda olsun ki saf mutluluk, gerçek dostluk ve huzurla bezenmiş anlarla dolu bir ömür…