Çöz Esaretini Hüznün

Çöz Esaretini Hüznün

Hüznünü anlat bana, hadi anlat… Ne çok sevdiğini onu biliyorum. Kimselerle bölüşemediğini, sessizce göğsünde gizlediğini, gözünün ucundan ayırmadığını biliyorum. En neşeli anlarda, herkesten önce kadeh kaldırdığında, gözler ille de seni aradığında, yaydığın ışık karanlığı parlattığında, nasıl da kandırabildiğini herkesi biliyorum. Bu senin zaferin öyle değil mi? Sen nasıl istersen, öyle olur. Nasıl görünmek istersen öyle görünürsün gözlere. Kimi istersen, o kalpte hazırdır yerin. Sen iste yeter ki. Kimi sevdin de karşılık alamadın sevgine. Ama işte böylesin sen. Tekdüze mutluluk sarmaz seni. Tekrarı anların, boğar. Duraksız bir arayış olmalı hayatın; “tamam, artık vardım” diyememelisin öyle değil mi? Uzun olmalı önündeki yol ve sen başında olmalısın hep…

Aslında derin, çok derindedir benliğin ama barınmak zordur içinde. Bağlandıklarında sana, sen çoktan vazgeçmişsindir bile bağlananlardan. Öyle ıssız koparsın ki sana sokulan bezginlerin kıyılarından, yokluğun fark edildiğinde, çoktan gözden kaybolmuş olursun, bilinmezinde ufkun. Hem en çok da, seninle ilgilenmiyor görünenler heveslidir sevgine uzanmaya; bir dokunsan, bir sunsan sevgini, teslim olacaklarını bilirsin; kalbinin bucaksız kavuğunda bir sığınak arayacaklarını, orada öylece kalmak isteyeceklerini… Oysa sen, herkesten önce görebilirsin ruhlarındaki ışığı ya da zifiri geceyi. Bazılarının seni azaltmak için her uğraştıklarında senin neden hep çoğaldığını ve neden kendilerinin durmaksızın eksildiklerini, bir türlü anlayamazlar. Kavrayamazlar ki, kirli bir ruh barınamaz saf sevginin içinde; ve aydınlıktır iyiliğin rengi…

Ne kadar daha besleyeceksin hüznünü kör kuytularında ruhunun. Çıkarmayacak mısın gün ışığına. Karışmayacak mı hala kalabalıkların arasına. “Adım hüzün değil bundan sonra; ben öykündüğün mutluluğum” diyemeyecek mi… 

Hatırlıyor musun geçenlerde hani bir hıçkırık dolanmıştı boğazına, öylece durduk yere. Dolanıp beline, kendi boşluğuna çekmişti seni, o tek sırdaşın; ve sen de gönüllü teslim olmuştun ona. Ne olmuştu anlatsana biraz. Hangi geçmiş hatıra, hangi hasret, hangi özlem kavurdu seni o anda. Hangi mutsuzluğunu taşıdın yine o en çok sevdiklerinin. Onlar farkına dahi varmadı oysa. Gülüşüyorlardı, sen taşırken yoksunluklarının yükünü. Neden bir midye gibi acılarını topluyorsun dünyanın. Şifacı değilsin ki sen. Anlamıyorsun, her acının kendi yaktığı yüreğin içinde soğuyacağını. Bırak, soğusun; uzanma kor ateşe. 

Sadece kendin için nefes aldığın tek bir an bile oldu mu senin. Kendi bencilliğinden ürktüğün tek bir anı var mı yaşantının. Yok değil mi? “Var” desen de inanmam ki!. Sen en son ne zaman kendi biricikliğini kutsadın; ne zaman, “ben olmasaydım, bir eksik olurdu bu dünya” dedin; ne zaman, “iyi ki varım ben de” dedin. Kibirle değil ama; sahtecilikle değil; kendini diğerlerinden üstün sayarak değil; sadece kendini önemli gören bir çiğlik ile değil; varlığının değerinin, başkalarının gözünde ispatı çabası ile değil. Sadece yalın bir ruh ile; yeni doğmuşsun gibi bir masumiyet ile… Yaşamın içindeki tüm canlılara saygı duyarak, onları kabullenerek, yargılamadan, sınıflandırmadan, ayrıştırmadan, ne zaman bir başına bütünleştin dünyayla; ne zaman arındın acılarından; ne zaman nefes aldırdın yaralarına, yüzleşmekten korkmadan… 

Yakalanmadığın her sefer, daha sıkı bağlanıyorsun hüznüne. Görünmez bir zırh gibi taşıyorsun onu üstünde. O seni en iyi tanıyan yoldaş, mıhlanmış fikrine. Ne kadar zor değil mi, açmak kalbini, seni ölürcesine sevene bile. Sen tüm acıların mülkiyeti sende olsun istiyorsun. Bu senin kavgan, kimse değmesin istiyorsun. Bütün bedelleri sen ödemek, her yarayı sen iyileştirmek, her kedere sen siper olmak istiyorsun. Ama bırak artık; vazgeç ömürlerince çırpınıp uçamayanlara kanat olmayı. Kendin de uçamıyorsun böyle olunca, özgürce ve kısıtsız. Yaşam, açmış kollarını seni bekliyor. Kucaklaş bence. Bir defa da sen sığın hayata kendiliğinden, hep korunak olmak yerine.

Öyle güzelsin ki sen; öyle alaca ki gülüşün, öyle yegane ki var oluşun. Keşfet bak, kocaman kanatların var senin. Bir bilsen ne kadar heybetliler. Her rüzgarı yararsın sen, her zirve senin mabedin. Sadece kendin için nefes al, kendin için kanatlan bundan böyle. Öyle karış ki rüzgara, gökyüzü baştan başa sen olsun. Bil ki yaşamak, ardından bırakacağın sevdalı bir hatıra ve bu hatıra sadece sana dair, sen nefes aldıkça…