Author: İlkşen (İlkşen Çetintaş)

Home / İlkşen
Gidersin de Varamazsın
Yazı

Gidersin de Varamazsın

Her şeyin üzerine geldiği zamanlar olur. İnsanlar, olaylar, yaşadıkların, duydukların, öğrendiklerin, müdahale edebildiklerin, önlemekte aciz kaldıkların, sevdiklerin, sevmediklerin, artık sevmek istemediklerin…

Daha büyük bir sistem içinde olup bitenler; kanına dokunanlar.

Acımasızlık, kötülük, savaşlar, katliamlar, annelerin feryatları, bundan beslenenler, gericilik, yobazlık, rant, istismar, cehalet, cehaletin sadece cahil olanı değil edindiği güç ile seni de ittiği kör kuyular…

Giderek hürriyetinden yoksun bırakılman, medeniyete, aydınlık zihinlere hasret kalman, çaresizlik, büyük bir öfke…

İnsanların kalplerinde barındırmadıklarına şahitlik ettiğin sevginin yoksunluğundan büyüyen o ürküten karanlık.

Kıskanç olanlar, haset olanlar, içleri fesat, hain olanlar… Acı çekene merhameti olmayanlar, ayrımcılık yapanlar, ahiret adına kula zulmedenler. Zulmedenlere biat edenler…

Sanki giderek ruhun bir mengenenin arasında sıkışmış gibi gelir. Nefes alamaz olursun. Olan bitende kendi sorumluluğunu ararsın. Ben daha iyi bir insan olsam, Dünya daha iyi bir yer olur muydu diye düşünmeye başlarsın. İnsanlık yaşar mıydı?

Üzerinde taşıdığın yük, giderek Dünya’nın kendisi olur. Döndükçe, seni öğütür. Çığlık atmak istersin de, sesin sadece kalbinin duvarlarına çarpar; duymaz canından öte olanlar bile.

Benliğini bırakıp gitmek istersin. Hemen oracıkta bırakıp, çekip gitmek. Tamamen hür başına, kaygısız, odaksız, mutlulukla kutsanmış olarak…

Arkana bakmadan nefes almayı sürdürürken, yeryüzündeki tüm iğde kokularını içine çekmek için sabırsızlanırsın. Gücünü sadece öz varlığından alarak kuşatmaya hazır olduğun evren, seni çağırır hoşgörü ile önyargısız.

Kimsenin derdini, tasasını, karamsarlığını yanında taşımadan, can atarsın yıldızlarla taçlanmaya.

Kimse için üzülmeden ve kimse yokluğunu duyumsamadan, ufukta kaybolmak istersin. Hazırsındır…

Ne var ki, prangalarını bileğinden sökemeyeceğin gelmemiştir aklına. Tek adım atarsın ki, hayat tutunur paçalarına. Silkelersin de, düşmez yakandan. “Gidemezsin” der; “Kolay mı o kadar, kucaklaşmak kendinle”…

O zaman anlarsın ki, sen hiç özgür olmamışsın ki zaten. Senin kendi mabedin olmamış ki hiç…

Kendin için yaşamamışsın, hayallerinde bile. Hislerin, tutkuların, özlemlerin sana ait değillermiş. Hayatın dahi kendi avuçlarından taşmamış da, akıp gitmiş duraksız, öylece.

Başkaları için çırpınırken yarattığın hapishanelerin tutsağı olmuşsun, yolu gizlice kazılmış tünellerin sönük ışığında yanıltan bir hürriyete değil yine aynı bölünmüş hücrelere çıkan…

benlik
Yazı

Benlik

⁠İçimde köksüz bir sevinç. Belki de dipsiz bir boşluğu, derinlik sarhoşluğu zannetmek yanılgısı. Bir umut için bin yılgınlığa direnmek.

⁠Hayatın içinde izler aramak; ümit etmek için sebeplerin peşine düşmek. Avuntuların gerçeküstülüğüyle yüzleştikçe, aldatmacaların dehlizinde kör adımlar atmak…

⁠İnsan kendini ne zaman mutlu hisseder? İğde kokulu bir bahar esintisi nefesine dolduğu zaman mı ya da o mavi kelebek bir günlük ömründe, çizgilerle dolu avuçlarına konmayı seçtiğinde mi?

Ay tutulduğunda mı mutlu olur insan ya da dünya küre insanoğlunun ellerinde daha can vermedi diye mi…

Zihnin karanlık girdabı her teselliyi yutarken, neden mutlu hisseder insan? Şafak sökmese de yüzü güneşe değdiği için mi… İnancı çalanlara rağmen iyilik yine de var diye mi…

Saklı Köprü
Yazı

Saklı Köprü

Mor zamanlardan geçiyoruz sevgilim. Kısa öyküler gibi yaşadığımız anlar. Biri diğerine bağlanıyor. Dokunsana ellerime, geçmişin tazeliği, avuçlarımızda yaşlanıyor.

Hangi umut bizi taşıyan bugüne. Sevinçlerimize öykünen eskimiş hüzünler, gölgelerce peşimizde.

Yaşadıkça alışır mı olduk dersin hayata. Ne zamandır erken doğuyor, sabahsız günler. Biz sıkıca tutunuyoruz yine de… Bir çizgi de sen çek göz altlarıma bugün. Ne fark eder, daha gencim yarından.

Parlat gülüşlerini, severken kalbimi. Ben hep benim öyle değil mi…

Dün büründüm gecelere. Uyanışım yarından kalma cılız sevinçlere. Gövdesi bir çınar ömrün. Can suyu yeter mi kurumuş çentiklere.

Sakladıkça görünür oldu izleri içimde büyüyen filizlerin. Kıskanırlar gösterme köklerini.

Onlar budadıkça kıymet bilmezliklerini, sus söyleme ümidin tekrar tekrar yeşerdiğini.



PANDORA’NIN KUTUSU BÖLÜM II
Yazı

PANDORA’NIN KUTUSU BÖLÜM II

İnsan kılıklı duru iblislerin geçmişlerini irdeleyebilir sarraflıktaysanız, ilk yaşlarından kalma ağır bir dışlanmışlık, yalnız bırakılmışlık, ihmal edilmişlik, değer görmemişlik çukuruna itelendiklerini görürsünüz.

Bu ezilmişliğin yol açtığı onarılmaz bir özgüvensizlik, acizlik, kendinden tiksinerek öz varlığını beğenmeme ve kendini mutlak eksik bulma, ömürleri boyunca peşlerini bırakmayan illettir.

Bu sebeple kendilerinde olmayan ne varsa sahip olanlara karşı nefretle beslenen bir öykünme ve kıskançlık taşırlar. Beraberinde de zarar verme temel içgüdüsü!

Onarılamaz bir küçüklük kompleksi ile yaşamak. Bu sebeple gücünü değerlerden, güzel ahlaktan, iyilikten, erdemden almak yerine, düzenbazlıkla, türlü manevralarla ve yanaşmalıkla erk sağlamak.

İnsanlığı ile kıymet yaratamadığından alavere dalavere ile güç odaklı statüler elde ederek ya da başkalarının hayatlarını, emeklerini çalarak kendine kimlik edinmek. Ganimetleri ile yine de yetinememek, mutlu olamamak. Etleri koparılırcasına duydukları bir hezeyanla hep tatminsiz kalmak.

Bu mahluklar, dikenli çitlerle çevrili iç dünyalarında kimseyi derinlikli sevmemiş ve kimse tarafından tutkuyla sevilmemişlerdir.

Sevgisizlikleri öyle kupkurudur ki, ne bir dost yeşerir zehirli çemberlerinde ne bir aşk. Yokluklarını varmış gibi göstererek debelenen, sahte rollerinin kürek mahkumlarıdır.

Sevgiye açlıkları, doymaz bir kurt gibi irinli ruhlarını kemirir. Tam da bu yüzden çok seven ve çok sevilen insanlara büyük düşmanlık beslerler. Kinlerinin ardında acınası bir yoksunluk ve zavallılık yatar.

Kötüler ne zaman iflah olur bilir misiniz? Kendileri gibi iblislerle işbirliği yaparak birlikte zulümden beslenip yine de yetinmeyip, açgözlülükle birbirlerinin de şeytan kuyruklarına bastıklarında.

Karanlıklarını yaymadan ucube varlıklarını sürdüremediklerinden, eninde sonunda kendi elleriyle sonlarını hazırlarlar.

Cehennemin kapıları açılır ve aralarında “En şer kim?” savaşı başlar. Böylece Pandora’nın kutusundan zehirli yılanlar ortalığa saçılır. Hepsi birbirini sokmadan cehennem soğumaz.

Her iyi, bir gün mutlaka kötünün yok oluşuna tanıklık eder. Karmanın işlemediği, insanlık tarihinde görülmemiştir.

Pandora’nın Kutusu BÖLÜM I
Yazı

Pandora’nın Kutusu BÖLÜM I

Sizin hayatınıza insan kılıfı altında kaçınamadığınız bir kötülük karıştı mı hiç? Hatta kapıyı kendi ellerinizle açmanıza sebep masumiyetiniz, hayat dersiniz oldu mu?

Karşınızda dikilen, kendisini öyle ustalıkla gizleyebilen bir fenalık ki, su katılmamış bir gudubet. İşte mahareti de burada. İyi insanlara kendini “Duru İyi” gibi gösterebilen “Duru İblis”. Ahh, o canım Duru ismine yazık, böyle bir bulaşla yan yana anılmak!

Peki kötülük nedir? Kötülük sadece canlıya kastetmek midir? İnsana, hayvana, doğaya eziyet etmek midir? Haksız kazanç edinmek veya dünyayı yağmalamak mıdır?

Bunların hepsi doğru işleyen bir adalet sistemi içinde cezai karşılığı olan suçlardır şüphesiz. Peki ya hukuksal düzende karşılığı olmayan ya da yol açtığı zararları ispatlamanın güç olduğu kötülükler. Onları ne yapmalı?

Haset mesela; sonra kıskançlık, soysuz emellerle dedikodu yapmak, birini diğerine karşı kışkırtmak, spekülatif niyetle bilgi toplamak ve yaymak, insanları birbirine düşürmek, yaygara çıkarmak, çirkinliğini maskelemek, hep çirkef bir zemin yaratmak, yolların taşlarını ihanetle döşemek.

Mutlu insanlara göz dikmek, mutluluklarını bozmak için her tezgahı kurmak. Dost kisvesi altında kendi dünyalarında yaşayan güzel insanlara yanaşarak sırtlan gibi pusuda beklemek.

İlişki ağları kurmak, kifayetsizliğini parlatmak, göz boyayarak yıkımı, yapım gibi göstermek, menfaat ortaklarına dahi iki yüzlü, hain ve tehlikeli olmak.

İnsanları kullanmanın her yolunu denemek, sırtlarından hançerlemek için fırsat kollamak. Nerede bir mutluluk kümesi varsa bozmak hıncı ile gamlı baykuş gibi tepelerine tünemek. İyiliği yaşatmamayı kendi sefil hayatında amaç edinmek.

Kötülük saymakla biter mi? Bitmez!! Peki bu kötülüklerin hepsini birden üzerinde katıksız taşıyana ne denir? Duru iblis!





İnsanın Müsveddeleri
Yazı

İnsanın Müsveddeleri

Çok gibi görünen insanlar tanıdım, ne de azdılar. Öyle azdılar ki aslında yoktular. Parlattıkları müsveddeleriydi görünen, aldananı kurdun tuzağına çeken.

İnsan olma erdeminin yoksunluğunda hiçleşmiş olmalarındandı azlıkları. Lime limeydi karakterleri, kedilerin eşeleyip etrafa savurduğu ciğer parçaları gibi bütünlüksüz. 

Öyle kaplamıştı ki benliklerini iblisin karanlığı, siyahtı gözleri ve ışıksızdı. Yozlaştırdıkları sistemlerin, altın varaklı koltuklarına oturan talancılardı onlar, yağmaladılar haklarını habersiz olanların. Kibirli istilacılar, ne de ahlak yoksunu ve ucuzlar… 

Kendilerini dev aynalarında görürlerken zannedilenin aksine kendilerini seven değil, kendilerinden nefret edenler onlar. Değersiz ve eksik oldukları hezeyanını taşıdıkları bilinçaltlarını bastırarak, hayranlık elde etmeye çalışan, kendilerini sevilebilir hale getirmek için eylemleri sınır tanımayan zorbalar. 

Gerçeğe erenler için nasıl da tekinsiz bir seziş aramızda yaşadıklarını bilmek. Kamuflajları öyle parlak ki, kim nasıl çözebilir kirli düğümlerini. Besledikleri zehirli yılanlarla çevrili bir bataklığa benzer gizli emelleri, açığa vurmak için korkusuz yürekler gerek. 

Kim çıkarabilir o maskeleri çirkin suratlarından, tırnakları kirli ve uzun cadı haber uçururken, iyi ruhların dallarına tünemiş o karanlık baykuşa.

Bilmez misin biri garabettir diğeri gudubet. Onlar ki ayrılmaz bir ikili, beslenen birbirlerinin cehennem kötülüğünden. Gün ışığını gördüğünde parçalanacağını bilen vampirler gibi korurlar kendilerini, lekesiz vicdanlarının aydınlığında yaşayan iyilerden. Korkarlar onlardan, etraflarında yaşatmamak için nam salarlar kandırabildiklerine. Bilmezler ki kanmış görünür nam saldıkları, onlardan istifade edecekleri son güne kadar alkış tutarlar sefilliklerine.

Duymuyorlar bir karabasan gibi üzerlerine çöktükleri kalabalıkların öfke ile yükselen uğultusunu. Bilmiyorlar, ayakları çamura bulanmış, kazdıkları bucaksız kuyuya düşmeye yaklaştıklarını. 

Nihayet geldiler cehenneme giden yolun sonuna. Onlara biat eden kabuklu böcekleri var, artıkları ile yemledikleri. Bilmezler ki o kabuklu böcekler, en önce yiyecek çürümüş etlerini…

Karma
Yazı

Karma

İstesem de duramam önünde yaşayacaklarının. Herkesin yolu kendi karmasına doğru. Bu senin kefaretin. Sen ham olanın peşindesin, uzağındasın özün. En ağır önyargıların, yarasa gözlerinde gizlediğin emellerin, örseleyerek insanlığını acıttıkların, aklının gece siyahında beslediğin sevgisizliğin yönlerini çevirdiler, sana doğru yaklaşıyorlar. Hissediyor musun… Yaşattıklarını yaşamadan ölmeyi dileyemezsin. Hazırlan yüzleşmeye. Ruhunun çiğliğinden utandığında güzelleşeceksin…

Kırmızı Çizgi
Yazı

Kırmızı Çizgi

Kırmızı çizgi, ‘kabul edilebilir son nokta’ olarak tariflenmiş sözlükte. Meali, sabrın taşması. Sabır, sükunet ve nezaket sahibi akil insanlarda taştığında, ortalığı durmadan velveleye verenlerden büyük bir farklılık taşır. Bu farklılık gözü kara bir kararlılıktır.

Kararlılığın izleyeceği yola set çekmeye çalışmak döngüyü harekete geçirir. Döngü, her hamlede daha büyük bir ateşin fitillenmesini tetikler. Ateş, yangını başlatır. Kovalarla su ile söndürülemez olur. Tavsiye edilen, çırakların, ustaların sabrını taşırmamalarıdır.

Işıklı Evren
Yazı

Işıklı Evren

Elbette zor bir yıl oldu. Ne var ki zorluğu bildiğimiz sebeplerden değil inemediğimiz derinliklerdendi. Öyle şeyler yaşandı ki, görünenin ardındaki perdeyi aralamayan, farkındalığını bir dirhem geliştirmeyen, vicdanını emellerinin önünde tutmayan, iyiliğe değil harisliğe yönelen, gezegenin dönüşümü ile uyumlanamadı.

Oysa, olağanüstü bir sınavdı yaşanan. Karanlığımız ile yüzleşmek, sevginin gücü ile kalbimizi arındırmak, kendimizden yana olmanın körlüğünden hoşgörünün aydınlığına kavuşmak, akışda kalmamıza sunulmuş eşsiz armağanlardı. Kimimiz hediyelerimizi aldık bağrımıza bastık; kimimiz evirdik çevirdik, bir kenara fırlattık.

İşte o fırlatıp atanlarımız, değişimin devinimine en hazırlıksız olanlarımız. Onlar hakikati bulmaya yönelmedikçe, kendi sığlıklarını arş zannetmeye devam ederken, arayışlarını sürdürenler öncesiz bir yolculukta nice eşsiz deneyimler edinmeyi içselleştirecekler. İnsanlığın hayrına olmayan, bireyin hayrına olabilir mi? Gönlüyerde bir sükunetle sabreden ile niyetinin hamlığından erinmeyen bir olur mu?

Yılın bitmesine günler kala, yeni yıldan umut besleyenler, takvimin yaprağı değiştiğinde sihirli bir değneğin hayatlarına değeceğine inanan aceleci gölgeler. Oysa karmadan kaçınabilir mi kaderimiz. Eylemlerimizden yayılan ve sebep olduğumuz tüm etkiler, varlığımızla yüzleşmek üzere geri döndüklerinde aynada silüetimizi görmeye hazır mıyız? Yansıyan hangi ‘beni’ göreceğiz? Başına gelenin ettikleri olduğunu kabullenmeye ve kendini bağışlamaya hazır benliğimizi mi, hatalarını reddettiğimiz ve ‘neden ben’ diye isyan eden şuursuzluğumuzu mu? Taşıdığımız niyetin özü kadar iyilik bulacak bizi. Bulanık olanı verip duru olana erişebilir miyiz…

Yüce gönüllülük ve berrak bir vicdan ile hazırlanmalı insan göklerin kavuşumuna. Böylece, bir şiir örgüsü gibi bütünleşebilir ruhunun saflığı evrenin sonsuzluğu ile… Almadan bölüşmeyi, yargılamadan anlamayı, ürkütmeden kucaklamayı, şefkatini gizlemeden affetmeyi öğrendikçe örselenecek nefsi beşerin, kamil olma yolculuğunda. Yalınlığı ile ışıklanacak ruhu tekamüle doğru…

Benlik, Arayış ve Kavuşum…
Yazı

Benlik, Arayış ve Kavuşum…

En zorlarından biri belki de bu defa ki… Hissettiklerim ile ifadelerim arasında bir köprü kurabilecek miyim bilmiyorum. Kelimeler nasıl dökülecek kalemin kurşunundan onu da erdiremiyorum. Bir zırhı delip geçer mi sözcükler ya da çarptığında dağılarak göğün tozuna mı karışır kestiremiyorum.

İnsan, ender bir deneyim olarak bir diğer insan ile yaşamı boyunca iki farklı yolculuğun içinde olabilir. Bu yolculuklardan görünen ve derinliksiz olanı dünyevi, görünmeyen ve ebedi olanı ise ruhanidir. Bunu ender kılan ise her ikisinin de dünyevi varoluşta birbirlerine olan tezatlıklarının, şefkat yoksunluklarının ve bir çınarın dallarına tutunur gibi birbirlerinde iyiliğin oluşumunu göremeyen dirençlerinin gerçekliğine inanmaları fakat istemlerine rağmen ayrı düşememeleridir.

Duydukları huzursuzluk ve yine de bir diğerinin varlığından kopamayışları, anlam arayışlarını acılı bir çıkmaza taşır. Aydınlanmaları dünya yaşı ile aylar, yıllar alacaktır.

Bilmezler ki, onların yoldaşlığı bu dünyada değildir ve bu sarsıcı hakikate varamadıkları için şuurlarına dolanan derinlik sarhoşluğunda sürüklendikleri girdaptan çıkamazlar. Öyle bir kapandır ki bu, Schrödinger’in kedisi gibi ölü ya da canlı olabilecekleri rastgele bir durumun içine bırakılmış bir paradoksa dönüşürler. Ne ölüdür biri diğeri için ne de canlı.

Birbirlerinden ayrışarak özgürleşemedikleri, engebeli bir patikaya benzeyen ve kısacık süren dünyadaki yaşamlarının sahici olmayan yansımasında, sadece kendi seslerini duymayı sürdürürlerken, beklemedikleri ilahi kırılım anı gelir. O an, yoldaşlıklarının bu maddesel akışda olmadığını kavradıkları ve dünyevi ilişkilerinin sonlandığı andır. Anlarlar ki, üzerlerine zorla giydirilmiş giysiler içinde nefes alamayan keşişler gibi onlar da yapay olan maddi döngüde birbirlerine varamamaktadırlar. Adını koyamadıkları anlaşmazlıklarının temelinde bu yalın sırrın yattığını birbirlerini kalben bağışladıklarında görebilmişlerdir.

Sürgüleri ağırlığını taşımayan Eymen kapısının aralandığında gözleri alan ışığı gibi, önlerinde esas yolun aydınlığı belirdiğinde onlar yan yana yürümektedir. Tüm o karmaşanın, inisinasyonlarına dair olduğunu kabullenerek, tekamüllerinin sürdüğü bu ebedi yolculukta, birbirlerinin öz varlığını kutsarlar.

Yaşamlarımızın bir izdüşüm gibi geçiciliğinde yeni bir düzleme erdik şimdi. Biliyorum ki, en yakınındakiler ile ilahi bağın yoksunluğunu her derinden hissettiğinde, en uzağında duran bu kadim dostun varlığında güven bulacak; ve bu kadim dost onun karanlık saydığı yanlarının aslında kendi karanlığından geçerek ışığa kavuştuğunu bilerek, şefkatini sunmaktan vazgeçmeyecek.

Bana armağanını verdiği o kırılma anında dediği gibi, “cennete, cehennemin arabacıları ile gideriz”….