Kategori: BLOG YAZILARI

Home / BLOG YAZILARI
Gidesim Var
Yazı

Gidesim Var

Bir seyahate çıksam, bilmesem ama nereye gideceğimi. Bir tren seyahati olabilir mesela. Rastgele bir yöne doğru bilet alsam. Ama son durakta inmesem. Yol üstünde herhangi bir istasyonda öylece buluversem kendimi. Ne sırt çantam olsa ne de bir harita ya da bir rehber elimde. Sadece tek bir yazarın yoldaşlığı olsa yanımda; o da Tezer Özlü olsa usulca. Arayışının ve saklı hüznünün bitmediği kısacık yaşamında acısı hafifler mi acaba ruhunun, tekrar tekrar okusam nasıl hırçın örselediğini onu hayatın… 

Yürümeye başlasam daracık patikalarda, sonra giderek genişlese ufkum. Böylece yol alsam. Kimseye sormasam nerede olduğumu ve tabelalar olmasa yollarda. Kimse farkıma varmasa ve ben kimsenin farkında olmasam. Gözlerim kapalı, öyle bir nefes çeksem ki içime ve öyle bir hava sarsa ki ciğerlerimi, bilsem nihayet vardığım yerin Ayder yaylası olduğunu veya ne bileyim Pokut belki de. Ne arada vardım Çamlıhemşin’e; anlamak için uğraşmasam. Zihnimin özlemi ne ise, vardığım yer orası olsa. 

Öyle aksaki zaman, herkes bıraktığım yerde kalsa ama ben ötesine geçsem. Mekansız, duraksız, izdüşümsüz aşsam ayaz seherleri. Yokluğum bilinmese, kimse peşime düşmese ve böylece kimsenin kaygıları için üzülmesem. Öyle hafiflesem ki, yükünü taşımak duyguların nedir unutsam. Ne ölüm eksiltse, ne yaşamak yüceltse benliğimi. Şu sonsuz evrende nokta bile değilken, sitemsiz açsam kollarımı ezele; evreni içime sığdırsam ve sonra içinden taşsam evrenin. Zaptedilemez biçimde çoğalsam; başlasa dönüşümü nefsimin, yaradılışın özüne. Görünmeden kimseye, akışın kendisi olsam…

Aslında Sadece Senin Elinde
Yazı

Aslında Sadece Senin Elinde

Her şey çok güzel olacak, inan… Seni kısıtlayan tüm engeller kalkacak, verdiğin zorlu mücadeleler karşılık bulacak; dilediğin, istediğin ne varsa, avuçlarından taşacak. Yaşamında edindiğin mutluluğa, şansa, berekete, kendin bile inanamayacaksın. Her yeni güne başladığında, sahip olduklarının hayatına kattığı değer ve yaşattığı eşsiz sevinç, ömrünün tek meşgalesi olacak. Şu yeryüzünde, senden daha bahtiyar bir insan var mıdır diye şaşacaksın kutsanmış varlığına…

Tek bir koşul var sadece; iyi insan mısın, kalbinde iyilik taşıyor musun, hilen, hurdan, fesatın, riyan var mı? Başkalarının mutsuzluğundan besleniyor musun? Başkalarının mutluluğundan, iyi olmayan bir niyetle kaçınıyor musun?  Vicdanın lekesiz mi? Merhametli misin? Acıyor mu kalbin, bir diğerinin acısı ile…

Sahip olduğun erdem, mutlak belirleyici olacak. Haliyle, başkalarına kötülük ederek, türlü hainlikler yaparak, sinsilik, fenalık peşinde gezerek, karşılığında mükafatlandırılman mümkün değil, öyle değil mi… Sızlanmaya kalkışma sakın. Bu kabahatlerden birine bile sahipsen, işin zor; benden söylemesi. Sen gerçekten ne kadar iyisin, bir düşün bakalım, sor kendine…  

Unutma, iyi insansan eğer, dükkan senin…

Kesit
Yazı

Kesit

Ve derken günlük yaşamda, kendisini eğitimli addeden insanlara bakıyorum; parlattıkları fikirleri, zorlama samimiyetleri, ardına gizlendikleri maskeleri, üzerlerinde iğreti duran ahkâmları, örtündükleri erdem kamuflajı; yine de bu kadar oyunbazlığa rağmen, karşılıklı gelip biraz hoş beş ettiğinde söylemleri ile kendilerini ele verişleri, kibirleri, kendilerini beğenmişlikleri, sığ kabulleri, vizyonsuzlukları, hoşgörüsüzlükleri, değerlerinin gerçekte sadece menfaatleri ile çeliştiği yere kadar geçerli oluşu, kendilerine hayranlıkları, olmadıkları insan olma riyaları; yani aslında insan olmaya dair pek çok ham özellik. Bütün bunlar kabulüm de, kendini gizleyebildiğini zannetme şuursuzluğundan fena halde sıkıldım. Gözlemlediğim ve reddettiğim her olgu, beni daha çok kaygılandırıyor. “Ya” diyorum, “ya ben de düşüyorsam bu tuzaklara!”. Bu duygu beni hep tetikte kılıyor…

Özel hayatımda çemberimi giderek daraltıyorum; dışında kalanları yargılamamaya, sebeplerini anlamaya çalışıyorum; ne var ki iş hayatında, bu yaklaşımı sürdürmek, her zaman olağan değil; bu insanları çiğlikleri ile kabul etmek ve içinde yer aldıkları sistemi, organizasyonu, her ne ise, aynı aymazlıkla ve kişisel çıkar hedefi ile erozyona uğratmalarına kabul göstermek, iş hayatımın ve profesyonellik anlayışımın temel prensipleri ile taban tabana tezat.

Birileri yıkar, birileri tekrar tekrar kurar. Geçerli olan, tüm taraflar için eşitlikçi bir yönetim stratejisi ve süreçleri etik ilkelerle yönetebilir olma kararlılığıdır. Bu sebeple iş kadını kimliğim ile insanın zaaflarını ve acz’ini kabule hazır yönümün, kimi zaman kendi içinde harmanlanan bir iç çatışma yarattığı doğrudur. Ne var ki, tüm iş yaşantım boyunca, tavizsiz mücadelesini verdiğim bir olgu var. Şahsi irade ve dayanaksız inisiyatifler, kurumsal anlayışın önüne geçtiğinde, organizasyonlarda yozlaşma, adaletsizlik ve ilkesizlik kaçınılmaz olur. Uzmanlığına ahlakını katanlar ise, yollarında duraksız ilerlerler.

Yönetişim bir satranç oyunudur; sadece akıl değil aynı zamanda bugünden geleceği ilişkilendiren duru öngörüye sahip olmayı gerektirir. Ustalığın sınırlarını, zar tutarak tavlada kazanmakla çizen cüz’i akıllılar, üstatların satranç oyununda, piyonun kendisi olurlar.

Her defasında yaşadıklarımdan öğrendiklerim ise kendi hayat dersimdir…

Kendini Gizleme Benden
Yazı

Kendini Gizleme Benden

Senin en büyük sırrın ne? İnkar etme, senin de bir sırrın var biliyorum; hepimizin var. Biliyor musun, bu sır meselesi, insanın varoluşunun en büyük gizemlerinden biridir. Ancak bir farkla; teorik ya da ezoterik değildir; yani, “insan maymundan mı geldi, cennetten mi kovuldu” ekseninde soruların sayısız yanıtlarından birini benimseyerek, varlığını üzerine inşa etmez. Aksine, en büyük sırlar somuttur ve yaşanmışlığı vardır; saklı kalması, onu ulaşılmaz ve sisli kılar.

Diyebilirsin ki, “düşüncelerimde taşıdığım sırlarım var, onlar sayılmaz mı?”. Açık söyleyeyim, “sayılmaz!”. Bak, bazı provokatif örnekler vereyim, daha çarpıcı olsun diye. Gizlice birine aşıksın mesela, ölüyorsun aşkından ve bir kapana sıkışmışsın ama ne o ne de kimse farkında bile değil; ya da göründüğünden farklı cinsel dürtülerin var, seni bilenlerin aklının ucundan bile geçmeyecek olan; ya da intihar eğilimindesin ama hiç denememişsin; veya birinden ölesiye nefret ediyorsun ama bu tahmin dahi edilemez; büyük bir kompleksin var örneğin ve bunu yenemiyorsun; ya da korkak ve cesaretsizsin ama kendinden bile gizliyorsun; peki kim biliyor? kimse.! “O halde bu bir sırdır” diyebilirsin. Kusura bakma ama hayır, bu bir sır değildir! Yok öyle kolaya kaçmak…

Zihninde taşıdığın ve sadece kendine sakladığın düşünce, duygu ve eğilimler, illüzyondur ve soyuttur. Zihnin seni durmaksızın yanıltır, sen de zihnini dilediğin gibi manipüle edersin; kabulleniş ile reddetme arasında gelip gidersin. Bunlar senin iç dünyanın tsunamileridir ve yine senin yarattığın dalga kıranlara çarpar; kırılıp durur. Sır değildir onlar, iç savaşlarındır. Oysa yaşanmış sırların en az bir tanığı vardır; o da sensindir. Ya seninle ilgilidir bu sır ya da senin şahitliğinde olmuştur. Öylesine akıl almaz bir oluş biçimi vardır ki, yolda yürürken insanların yanından geçip gitmesi ve sende hiç bir iz bırakmaması gibi sen de hayatını diğerlerinin gözü önünde sürdürürken eş zamanlı olarak bambaşka bir durum yaşarsın; kimse bilmez, öğrenmez, farkına varmaz. Öyle çelişik bir ruh halidir ki, kendin dahi çözümleyemezsin. Bir de bunun yükünü taşımak vardır ki, oralara girmiyorum bile… Paralel evrende aynı zaman diliminde gerçekleşiyormuşcasına, bu evrende kimse tarafından bilinmez ya da bir veya birkaçının sessiz şahitliğinde olur, biter veya süregelir.

Bir sır, mutluluk veriyorsa, sır olarak kalmayacaktır çünkü mutluluğun inanılmaz bir debisi vardır; eninde sonunda kabuğunu yırtar ve taşan bir nehir gibi çarpar bir gün birilerinin kıyılarına. Çoğunlukla senin rızanla olur açığa çıkması… Oysa acı ya da en azından sıkıntı veren sırlar ise, saklı kalır. Kendi kabuğunun içinde büzülür, ana rahminde gibi kıvrılır. Öğrenildiğinde, seni saklayan bir kalkan yoktur artık; acı katlanır. Başkaları, hayatının mahremiyetine dahil olur. Kuşatılırsın. Yine de tüm yaşadıkların, sana dairdir, sana seni anlatır; varlığını biçimlendirir. Çıkmazları barındırmayan bir ömür, yaşanmış sayılabilir mi…

Yine de “tek bir sırrım bile yok benim” diyebiliyorsan, üzüldüm senin adına. Demek ki hiç yüzleşmemişsin kendinle ya da gerçekten, tek renkmiş senin hayatın; ki inanmam ve ummam. Yine de ne diyeyim… Dilerim ki bir sonraki yaşamında, sırlarla renklensin seçimlerin…

Duyumsa
Yazı

Duyumsa

Bir sokak çalgıcısına rastladığında, onu sokaklardan para kazanan bir berduş gibi dinleme; ona saygı göster, müziğine kulak ver ve müziğini tamamladığında sadaka verir gibi üç kuruş atma önüne; rencide etme onu ve öyle geçindiğini unutma. Bir sokak ressamına rastladığında, onun yeteneğini görmezden gelme, ilgiyle izle, değer ver eserlerine. Tatil için ayırdığın paradan birazını, onun emeğine harcasan ne olur sanki; en fazla bir eksik içtiğin kahve, dokunmaz sana… Elinde gülle yanına yaklaşan satıcıyı tersleme, biliyorum çok ısrarcılar ama hayatın öğrettiği bu onlara. Bir sokak gösterisi izliyorsan, ödüllendir. Sıra, parasını ödemeye gelince, kaçışma; yakışmıyor bu küçük hesaplar sana. 

Gün boyu keyfin için gezip, sonra “çok yoruldum” diye kendini leylak kokulu çarşaflara attığında, sokaklarda yatan evsizleri duyumsa. Para vermen gerekmez ama yakınlarda bir sıcak kahve, bir sıcak çörek varsa alabileceğin, koş al, nezaketle sun; ona insan olduğunu hatırlat, sen de hatırla. Tezgahında ıvır zıvır satan satıcıyı, “çakma bunlar” diye küçümseme; alma, beğenmiyorsan. Yine de bilemezsin, belki çok hasta bir çocuğun ilaç parası olacak, senin iki saat pazarlık yapıp aldığın o üç kuruşluk şey. 

Tersleme camını silen o çoçuğu, elindeki mendili iğrenerek alma; onun oyuncağı olmadı ki hiç, bunu anlayabilir misin, duyumsa…

İnsanları yargılama; dinleri, mezhepleri, renkleri, cinsel tercihleri, sosyal konumları, yoksullukları ve senden nice farklılıkları yüzünden onları küçümseme, kibirle yaklaşma. Açık saçık giyimli ya da baştan aşağı kapalı diye nefret etme, kınama hemen. Nedenlerini anlamaya çalış. Çok mu zor; bir dene. Neden acımasızsın ki böyle. Hani hoşgörü diniydi inandığın İslamiyet. Arındır zihnini örümcek ağlarından. Sen önce ruhunu ıslah et… 

Yaşantınla hava atma, gözümüze sokma; iğreti duruyorsun öyle olunca. Anlıyoruz biz senin o küçük oyunlarını. Yücelmiyorsun gözümde, daha zenginsin, varlıklısın diye. “Beğenimize sunma” demiyorum ama olmadığın gibi de görünme. En büyük zaafın senin, ilgi çekmek; yargılamıyorum seni. Yine de bu kadar duyarsız olma, senin dışındaki hayatlara… 

Önyargılı olmak tanımadığın bir diğerine, en büyük şiddet; biliyorsun bence. İçten ol, samimi ol. Neden daha değerli, daha önemli saymalıyım ki seni bir diğerinden. Aynı toprak sarmayacak mı seni de, zamanın dolduğunda… İyi bir insan ol, merhametli ve vicdanlı ol. Duyumsa…

Zannetme ki ben başarabildim; gerçekten kolay değil, öze inebilmek. Uzağındayım gerçeğin ve bu örseliyor benliğimi. Ama telkin ediyorum kendime durmaksızın. Kavramaya çalışıyorum. Sevemem ki kendimi ne de seni, iyiliği görmezsem içimizde…

Ah be İbrahim
Yazı

Ah be İbrahim

Ah be İbrahim, 1 Mayıs olmamalı senin bayramın. Sen 23 Nisan çocuğusun. Görmezler, ne büyük hayallerin…

Sen benim canımsın, canımın en yaralı köşesisin; kocaman yürekli, coşkusu varlığından taşan, minicik elleri gökyüzünü boyayan, dev çocuk. 

Sen bizim görmezden geldiğimizsin; sen çemberimizin dışında kalansın; sen o en çok sevdiklerini, umutlarını, öykündüklerini haykırırken ve sen iliklerine kadar böylesine sahiciyken, bizim yok sayıp geçtiğimizsin. Yoksunluğunun ağır yükünü kavramadığımız, arkamızda bıraktığımızsın. Bugün hatırladığımız, yarın unutacak olduğumuzsun… 

Sen, özgür hayatlarımızı elimizden almak için ilkesizce her yolu deneyenlerin, sana uzanmadığımız için, ellerine düşecek olansın. Sen çocukluğunu yitirdikçe, berrak sevinçleri elinden alınacak olan; sen zihni yıkanacak olan; sen şanlı zaferler unutturulacak olan; sindirilip, dönüştürülecek olansın. Sen Cumhuriyet devrimlerine inançsız, sen gericiliğin çıkmazına sürüklenecek olansın… Sen bugün emeği sömürülen, gelecekte işçi sınıfının onurunu taşımaktan vazgeçirilecek olansın… 

Kirlenmemiş dünyan henüz. Ne çok acıtıyor bu kalbimi bir bilsen. En sevdiğin araba, “Murat 131”, en sevdiğin şarkı, takımının şarkısı. Biz sana uzanmadıkça, giderek düşeceksin karanlığına, sana uzanan yobazlığın. Emeğini sömürdükleri gibi umutlarını da sömürecekler senin çocuk. Çöken omuzlarının, bedeninin ağırlığını taşıyamayan yorgunluğunun sebebine aklın ermesin diye, putlaştıracaklar sana kendilerini; sen hizmet ederken rantlarına, çocuk işçi ellerinle. Biat etmenin erdemsiz olduğunu; dini, dili, ırkı, mezhebi yüzünden insan ayırt etmenin en büyük insanlık suçu olduğunu değil de, hayal kurmanın, bilimin, kitapların, insan sevgisinin, demokrasinin, Cumhuriyetin en affedilmez günah olduğunu kazıyacaklar zihnine. Sen ki benim eremediğim, benim mazlum emekçim; menfaat sağlamaya alıştıracaklar seni. Kömür torbaları tutuşturacaklar eline; ısındığını sanacaksın çocuk, aydınlık geleceğe kavuşmayan gecelerde… 

Yazık ki, doğru ile yanlışı öğretemeyecek sana, kendi sosyal çevrende, yoksulluğun girdabında, cehaletin aymazlığında, çoktan yitip gitmiş olanlar. Bir taşımlık tarhanaya, ruhlarının esareti ile diyet ödeyenler. Öğretmeyecek sana kimse, evrenin sonsuzluğunu. Bugün enginlere sığmayan dünyan, yarın lime lime olacak, cehennem bekçilerinin elinde.

Hani sen gözlerinin rengini bilmiyorsun ya çocuk, sevin buna. Tek rengin yok ki senin. Senin rengin bir gün ümit, bir gün hayal, bir gün inanç, bir gün gelecek. Her gün başka renk senin gözlerin… Böyle sürüp gitse keşke masumiyetin. Aydınlık birilerimiz bulsa seni. Tutsa elini. Binsen o en sevdiğin arabaya. Radyoda, babanın en sevdiği şarkı. Senin gibi ruhlarına el değmemiş masum arkadaşlarını da alsan yanına. Okusan, öğrensen, medeniyetin ışığı aydınlatsa yolunu ve sen olabilsen keşke, en yılmaz bekçilerinden biri Cumhuriyet’in…

Sen Onurlu Yaşa Diye Öldü Nice Onurlu İnsan, Duyuyor musun
Yazı

Sen Onurlu Yaşa Diye Öldü Nice Onurlu İnsan, Duyuyor musun

Hangi işçi, emekçi uğruna aklımızın erdiğinden, vicdanımızın hayatımıza hükmettiğinden beri sosyal demokrasiye ve ötesine inandık biz… Sömürü düzeninden neden böylesine nefret ettik ki, kapitalizme tapmak menfaatimize en uygun yol iken… Neden öldürdük biz kendimizi her ölen işçiyle madende, inşaatta, fabrikada. Neden kahrettik onlar açken bizim soframız bezenmiş diye. Ne eksikti ki hayatlarımızda, sömürülenlerin yoksunluğu bu kadar acıttı canımızı. Ne uğruna savunduk haklarını, neden satmadık devrimci ruhlarımızı, niye dönmedik davamızdan; hayatlarımızın konforuna bencilce tutunmak, ağzımızda gümüş kaşıkla doğmanın kibirini yaşamak varken.

Bu farkındalık niye; diğerinde yok diye elinde olandan saklı bir mahcubiyet duymak niye; bu günah bizim değil iken. Ne derdimizeydi bizim, eşit haklardan yoksun bırakılmış, hor görülmüş, yoksul doğdu diye yokluğa mahkum edilmiş, sınıf farkı yaratılarak onuru ezilmişlerin, insanca yaşaması uğruna, uğradıkları zulümden utanç duymak!

Kitapların dünyasında mı yaşıyoruz biz yoksa? İnsanın insanca yaşama hakkı böylesi adil, ilkeli ve hakça anlatıldığından mıdır bizim gerçek hayatta bu hayalin peşinden koşmamız… Hangi işçi, emekçi için bunca yıl anlamaya ve anlatmaya çalıştık haklarını… Bu uğurda mapus damlarının altında çürüyor nice aydın, nice zihni lekesiz, vicdanı hür vatanperver. Kandırmaca mıydı her şey? Ranta tapan, kula kulluk eden, üç kuruşluk menfaate leş kargası gibi üşüşen, sözde cahil olup, her türlü çıkarını pek ala kollamasını bilen, hırsızlığa, yolsuzluğa, yalana, talana, ucu kendine değmiyor aymazlığı ile yandaşlık yapan, Cumhuriyeti karış karış teslim eden hangi işçi, emekçisin sen; sen ki benim gözümün nuru olan…

Senin için sürgün edildi vatanından o şair; senin için Madımak’da yakıldı o ozan; senin için asıldı o üç fidan; senin için zindanlarda yattı o aydın; senin için katledildi o yazar. Sana yazıklar olsun. Helal olmasın sana, uğruna feda olan canlar ve bağrına basmasın seni bu vatan!…

Korunak
Yazı

Korunak

Kimi zaman kendimi hayatın kendisinden koruduğum doğrudur. Bütün o ikircikli patikalarından, üzeri albenili boyalarla sıvanmış derin çatlaklarından, güvenip de uzanılan ellerin savurduğu girdaplardan, gülen suratların karanlık mahzeninden, barındırdığı ölümden, beslediği zulümden, yalandan, dolandan, sinsinin zehirinden kendimi kaçırdığım, kör kuyularda sakladığım doğrudur. Bilirim ki kimse bulamaz beni, ışığa kendim yürümedikçe.

Pek çok insanın yakınımda olduğu, ne var ki pek azının mâbedimde yer bulduğu doğrudur. Delicesine bir tutkuyla bağlandığım, ölürcesine sevdiğim ama aynı coşkun kalbin içinde yer bulamayıp da, sökülüp atılmışların boşluğa yuvarlandıkları doğrudur. Pek çok defa aldandığım, yanıldığım, tuzla buz olduğum ama ne olursa olsun inatla yolumdan dönmediğim, bu uğurda bedeller ödediğim doğrudur. Ne var ki, haysiyetten yoksun bir teslimiyet ile yaşam sürdürenlere baktığımda, tüm kayıplarıma, onurlu kıvançlarım olarak sarıldığım doğrudur. Ki o kıvançlar, geride bırakacağım mirasımdır.

Hayattan ne beklediğimi bilmediğim; sorularıma yanıt bulamadığım; iliklerime kadar var olduğumu duyumsadığım ama varlığımın sırrını çözemediğim; her duygunun anda kaldığı; çözümsüz kesişmelerin ortasında, hüzünlerin arasında nefessiz sıkıştığım olmuştur. Yine de ve her şeye rağmen, kendimden vazgeçmediğim doğrudur…