Ah be İbrahim, 1 Mayıs olmamalı senin bayramın. Sen 23 Nisan çocuğusun. Görmezler, ne büyük hayallerin…
Sen benim canımsın, canımın en yaralı köşesisin; kocaman yürekli, coşkusu varlığından taşan, minicik elleri gökyüzünü boyayan, dev çocuk.
Sen bizim görmezden geldiğimizsin; sen çemberimizin dışında kalansın; sen o en çok sevdiklerini, umutlarını, öykündüklerini haykırırken ve sen iliklerine kadar böylesine sahiciyken, bizim yok sayıp geçtiğimizsin. Yoksunluğunun ağır yükünü kavramadığımız, arkamızda bıraktığımızsın. Bugün hatırladığımız, yarın unutacak olduğumuzsun…
Sen, özgür hayatlarımızı elimizden almak için ilkesizce her yolu deneyenlerin, sana uzanmadığımız için, ellerine düşecek olansın. Sen çocukluğunu yitirdikçe, berrak sevinçleri elinden alınacak olan; sen zihni yıkanacak olan; sen şanlı zaferler unutturulacak olan; sindirilip, dönüştürülecek olansın. Sen Cumhuriyet devrimlerine inançsız, sen gericiliğin çıkmazına sürüklenecek olansın… Sen bugün emeği sömürülen, gelecekte işçi sınıfının onurunu taşımaktan vazgeçirilecek olansın…
Kirlenmemiş dünyan henüz. Ne çok acıtıyor bu kalbimi bir bilsen. En sevdiğin araba, “Murat 131”, en sevdiğin şarkı, takımının şarkısı. Biz sana uzanmadıkça, giderek düşeceksin karanlığına, sana uzanan yobazlığın. Emeğini sömürdükleri gibi umutlarını da sömürecekler senin çocuk. Çöken omuzlarının, bedeninin ağırlığını taşıyamayan yorgunluğunun sebebine aklın ermesin diye, putlaştıracaklar sana kendilerini; sen hizmet ederken rantlarına, çocuk işçi ellerinle. Biat etmenin erdemsiz olduğunu; dini, dili, ırkı, mezhebi yüzünden insan ayırt etmenin en büyük insanlık suçu olduğunu değil de, hayal kurmanın, bilimin, kitapların, insan sevgisinin, demokrasinin, Cumhuriyetin en affedilmez günah olduğunu kazıyacaklar zihnine. Sen ki benim eremediğim, benim mazlum emekçim; menfaat sağlamaya alıştıracaklar seni. Kömür torbaları tutuşturacaklar eline; ısındığını sanacaksın çocuk, aydınlık geleceğe kavuşmayan gecelerde…
Yazık ki, doğru ile yanlışı öğretemeyecek sana, kendi sosyal çevrende, yoksulluğun girdabında, cehaletin aymazlığında, çoktan yitip gitmiş olanlar. Bir taşımlık tarhanaya, ruhlarının esareti ile diyet ödeyenler. Öğretmeyecek sana kimse, evrenin sonsuzluğunu. Bugün enginlere sığmayan dünyan, yarın lime lime olacak, cehennem bekçilerinin elinde.
Hani sen gözlerinin rengini bilmiyorsun ya çocuk, sevin buna. Tek rengin yok ki senin. Senin rengin bir gün ümit, bir gün hayal, bir gün inanç, bir gün gelecek. Her gün başka renk senin gözlerin… Böyle sürüp gitse keşke masumiyetin. Aydınlık birilerimiz bulsa seni. Tutsa elini. Binsen o en sevdiğin arabaya. Radyoda, babanın en sevdiği şarkı. Senin gibi ruhlarına el değmemiş masum arkadaşlarını da alsan yanına. Okusan, öğrensen, medeniyetin ışığı aydınlatsa yolunu ve sen olabilsen keşke, en yılmaz bekçilerinden biri Cumhuriyet’in…