Kategori: BLOG YAZILARI

Home / BLOG YAZILARI
Hey Özgürlük
Yazı

Hey Özgürlük

En son ne zaman, tüm benliğine yayılan huzurun dinginliğinde, yaradılışına minnet duydun? Sanki, bedenin sana ait değilmiş ve ruhun bir tüy hafifliğinde, avuçlarından esen meltem rüzgarlarına kapılıp, gözden kaybolmuş gibi sonsuz evrene karıştın?. Fakat, yanıtlamadan önce iyi düşün. Anlık bir hazzı tariflemek değil benim seni de içine çekmeye çalıştığım… Yalın bir akşamüstü, elinde sana anı unutturan bir romanın, zamanın akışını hızlandıran gerçek üstülüğü ya da kulağına çalınan Stavroz’un tüm huzursuzluğuna perde çeken minimalist ritmi değil duyumsamanı istediğim. Sevdiklerinin yanında ve güvende olmaları ya da aynaya baktığında gözlerine yansıyan ve sadeliği ile hoşnut kaldığın aydınlık çehren de değil… Ne, kırlangıçların göçünü izlerken mucizelere inanmak ne de kalbinde taşıdığın iyiliğin gücü ile yaptığın naif bir yardım da değil sana verdiği huzuru tariflemeni istediğim. Sana, pürüzsüz bir tenden yayılan sabun kokusunun genzine dolan ferahlığından ve seni dünyanın el değmemiş bir gezegen olduğuna inandırdığı saflığından da söz etmiyorum…

Ben sana sadece, senden bahsediyorum. Seni tüm dış etkenlerden soyutlayacak ölçekte bir özgürleşmeyi anlatıyorum. Yeteneklerinden, vicdani değerlerinden ve idealizminden dolayı üstlendiğin sorumlulukların seni giderek ele geçirmesi ve sana dayattığı mecburiyetlerin yükünden nihayet arındığın bir özgürleşme hali. Varılması zor bir hedef. Ancak azimle mümkün olabilen, bağları koparabilme gücüne erişmek. Önce mutlak inançla karar vermek ve sonra adım adım gerçekleşmesine doğru yol almak. Her adımda daha fazla yeniden kendin olmak ve nihayet kendi öz değerini kutsayarak, bu değere katkı sunmayan dipsiz bir boşluğu, kendi kısır döngüsünde geride bırakmak. Hiç kimse ve hiç bir ideal uğruna değil, tek sefer dahi olsa kendin için nefes almak ve özgürlüğün göğsünde, huzurla sarmalanmak…

Şimdi artık az kaldı, dünya ile tekrar kucaklaşmaya…

Şahlanmaya Hazırlan
Yazı

Şahlanmaya Hazırlan

Ufuk çizgisinin bittiği yerde, daima ve yeniden başlayacaksın. Seçimlerin, senin rehberlerin. Rehberlerine her uzandığında, açtıkları yol için minnet duyacaksın. Yaşadıkça ve sadece, gücünü tüm benliğin ile kendinden alacaksın. Ancak o zaman, bu gücün masumiyetinden, berraklığından ve öz varlığını egemen kılan iradesinden, diğerleri için de cesaret ve umut olacaksın… 

Fikrimde Mor Salkımlar
Yazı

Fikrimde Mor Salkımlar

Gidesim var, mıhlanmış gibi suskunluğa… Tüm sözcükleri bırakıp ardımda, ne uzaklara ne de yakınlara, bilinmez sahipsiz topraklara… İlk defa ben iz bıraksam ayak bastıkça ve izlerim silinse attığım her yeni adımda. Başım göğe değse ve avuçlarım nehirlere; gündüzler yıldızlarla kuşansa ve geceler lavantalarla…

Öyle dingin olsam ki, tomurcukların açtığını duyabilsem ve sesi çınlasa kulaklarımda, dönüşen kelebeğin kozalağında… İçimden taşsa sevincim ve coşsa mor salkımları ağaçların, güneş yakmasa ve üşümesem gecelerin ayazında… Bilseler nerede olduğumu ama bildikleri yere varılmasa; varsalar olduğum yere ama benden bir delalet bulunmasa…

Öyle gitmiş olsam ki, demlense dönüşlerim dinmez hasretlerin barınağında. Unutarak özlesem avutan seherleri ve unuttukça özlesem alaca sabahları… Eşsiz yolculuğuna bürünsem ömrümün ve varlığımı çeksem içime yeni doğmuşcasına. Çok sevdiklerim fikrimde, yürüsem alabildiğine, yollar bezeli olsa nar çiçekleri ile…

Olamadığı kadar özgür olsa ruhum; tılsımlı ışıklarla bezenmiş, dans etse çevremde. Baktığımda yeşile bürünmüş olsa akşam üzerleri ve sonra ay damlasa nehirlere. Dizginlenemese mutluluğum, huzurum evreni kaplasa. Yaşamak öyle yağsa ki üzerime, hüzün uğramaktan utansa…

Aşk İspat ister mi?
Yazı

Aşk İspat ister mi?

Malum yaz geldi ve uyanan doğa ile birlikte, bu aşk meşk meseleleri de iyice zembereğinden koptu. 

Sürdürülebilirliği olmayan ve tüketilmek üzerine kurulan ilişkiler, kendine has dinamikleri içinde belli bir gerçeklik ve hatta masumiyet taşır. Bir aldatmaca ekseninde kurgulandığı tüm taraflarca malum olduğundan, kimsenin kimseyi yanıltmadığı, sonu başından belli bir kapalı gişe oyundur nihayetinde. Ne izleyicisi biter ne de tiyatro metni değişir. Ne var ki, meraklısı için izlenesi olsa da senaryosu anlatmaya değer bir başkalık barındırmaz. Tam da bu sebeple, oyuncuları bir çekim alanı yaratmaz.

Benim daha ziyade durumun sosyolojik ve psikolojik boyutu açısından ilgimi çeken çiftler, özellikle evli olup, birbirlerine aşklarını uluorta ve en çok da sosyal medya üzerinden gösterişle ilan edenlerdir. Tabii birlikte geçirdikleri zamanların fotoğraflarını, düşünülmüş bir kaç cümle ile beğeniye sunan ve beğenilmenin memnuniyetini taşıyanları, kapsam dışında tutuyorum. Hepimizde bir biçimde var olan teşhir merakı, çoktandır hizmetimize sunulan servis sağlayıcılar sayesinde epeyce tatmin edilir bir kıvama ulaştığından, elde olanı sergilemek de şüphesiz olağanlaştı ve gördüğü genel kabul üzerine bilindik seyrini sürdürüyor. Hatta, hayatın doğal akışı içinde var olan aşkın, görücü rolündeki ahaliye gösterimi, bir örneklem ve olumluluk hali dahi barındırıyor.

Ortalama yaşamlar sürdüren bireylerin aşk hayatlarının bir kesitini, tanıdıkları ya da tanımadıkları insanlara, perdeleri hafifçe aralayıp, pencereyi de vasistas kıvamında açıp, içerisini az biraz göstermelerinin, eğlenceli ve heves uyandıran bir tarafı bile var denebilir. Ne var ki, birazı açılan pencereden sığışarak içeriye dalan epeyce iştahlı sivri sineklerin keyif kaçıran saldırılarından korunmak gereği de durduk yere bir zahmet; ki bu konuya girmeyeceğim. 

Bana bundan çok daha ikircikli gelen, çiftlerin sanal ortamlarda, çoğunluğu ile tek sefer dahi karşılaşmamış oldukları insanların hazmına sundukları büyük aşkları! Birbirlerine sıraladıkları methiyelerin dayanılmaz sıradanlığı… 

Bir aşkı büyük kılan nedir? İki insan arasındaki duygu derinliği, bu aşkın kesişen kümesinde olmayanların zihinlerine istemli biçimde ittirildiğinde, izleyicinin gözünde ilahi bir etki yaratabilir mi… 

O şair ki, “karadutum, çatal karam, çingenem” diye seslendiğinde, uğruna ölünesi bir sevdayı, tarifsiz bir hakikatın sığınağında tasvir eder ve sürüklediği derinlikte vurgun yemek kaçınılmazdır. Aşk en naif, en yalın hali ile dizelerin arasında, romanların kalbinde geniş kitlelere sunulduğunda bile vak’ur edasını korurken, kendi halinde insanların aşklarını böylesine hercai ifşa etmeleri, ne mana taşır?

En özel anlara ait olduğu beyanı ile paylaşılan şiirler, mektuplar, “göklerdeki yıldızlardan daha parlaksın” minvalindeki eğreti iltifatlar, “aldığım nefessin, ömrümsün” türünde popülist göz boyamalar, tüketmeye hazır topluluğun ilgisine sunulduğunda, aşkın büyüklüğünü ispat eder mi? Aşk karşılıklı ise, diğerlerinin onayına ihtiyaç duyar mı? 

Ben, bu çığırtkanlık durumlarında başka bir dürtünün egemenliğine inanırım çoğu zaman. Kendini ispat ihtiyacının dışa vurumu… Erkeklerin abartılı ilan-ı aşkları, eşlerinin uğruna ölebilecek olmalarından değil, sözde ölürcesine sevebilen üstünlükte bir erkek olduklarını ispat ve hayranlık uyandırma ihtiraslarından beslenmektedir diye düşünürüm. Bir yandan dişilerini, dosta düşmana karşı onurlandırarak, erklerini sağlama alırken diğer yandan türlerinde benzersiz oldukları kibiri ile tribünleri elde tutmaktadırlar. Kadınların çoğunlukla temel ihtiyaçları arasında ön sıralarda yer alan, “duyarlı bir erkek tarafından çok sevilmek” hülyasının baş kahramanı olma ve kim bilir belki de çeşitliliği arttırma hesabındadırlar. Kadınlar ise, hemcinsleri arasından, uğruna ölünebilecek kadar çok sevilen o tek kadın olmanın üstünlüğünü pekiştiren bu alicenaplığa inanır görünerek, imrenenlerin artan sayısına çetele tutarken, gerçekte özgüvensizliklerini ve korkularını gizlerler. 

Aşk, bir kurgu değildir oysa… Girdaba kapılırken de, uzakları yakın sayarken de, delicesine mutluyken ve ölürcesine kederliyken de, zifiri karanlığı yaran deniz fenerinin ışığında ya da güneşe perde çekildiğinde de; kalbin kıyılarına çarpan dalgaların sesi, diğerlerinin tanıklığına ihtiyaç duymadan, insanın iç sesi ile yankılanır. Adı üstünde, “sevda” işte… Yegane ise gök kubbe altında yaşanan, hükümsüzdür başkalarının şahitliği… 

Hangisi Gerçek
Yazı

Hangisi Gerçek

Ne güzel yıllardı. Gençlik yılları. Tarifsiz iyilikte insanlar vardı çevremde. Dünya hep bozuk bir yerdi ama bütün o insanlar iyiydi. İyiydiler işte. Kendimizceydi tasamız, mühim zannettiğimiz masum dertlerimiz… Kalplerimiz temizdi, vicdanlarımız aydınlık. Çok sevdiklerimiz ve uzaktan bildiklerimiz vardı. Ama sevgimizden payına az düşenler bile şimdi düşünüyorum da kucaklanmaya değermiş. Dünyayı kurtarırız zannederdik. Öyle emindik ki fikirlerimizden, birbirimize kenetli düşüncelerimizden, yanlışı azimle karşımıza alabilecek cesaretimizden… Meğer gücümüz bilgeliğimizde değil, el değmemiş yüreğimizdeymiş. İnsan ne kadar beter olabilir ki, 18’inde, 19’unda, 20’sinde. Sanki bir serap gibi. O iyi insanlar, o vahada kaldılar…

Sonra yol aldık. Her yeni adımda, birileri belirdi yanıbaşımızda. Renkleri giderek karardı. Zift karasına dönüştüler. Cahiller… Eğitimsizlikten değil cehaletleri, çiğliğinden zihniyetlerinin. Görgüsüzler… Saraylarda büyümediklerinden değil görgüsüzlükleri, ceylan avlayan arsızlıklarından. Kirliler… Çamur yoğurdukları için değil kirleri, çamurun kendisi olduklarından. Nefesleri çürük açlar onlar. Açlıkları yokluklarından değil, besleyemedikleri ham ruhlarından.

Sevmiyorum böylelerini. Hiç bir yolu yok hayatıma sızmalarının. Ne kadar maskeleseler de kendilerini, ne kadar gizleseler de kuytu niyetlerini, ne kadar bal diye sunsalar da zehirlerini, kalbimden geçemiyorlar. Aklım yanılsa, fikrim yanılsa, gözlerim yanılsa, kalbim yanılmıyor işte, yanılmıyor ki…

Kalben
Yazı

Kalben

“Neden anlatmıyorsun?” diye sordu.

“Bazen savaşarak, bazen susarak anlatırsın” dedim.

Gülümsedi.

“Seni duydum” dedi.

Saklı
Yazı

Saklı

Bazen küçük mucizeler olur, kimsenin gözüne görünmeyen mucizeler… Sana bu tılsımın değdiği anlarda, diğerleri yanından öylece geçip gider. Farkında bile değillerdir, sessiz sedasız yaşanmakta olanın senin için yeni dünyalar kurduğunu. Olmakta olan kasıp kavurur zihnini de, sana baktıklarında sadece kendi akışında dingin bir nehir görürler… Her şey değişir, her şey gelişir, her şey başkalaşır; sen kalbini güneşe çevirirsen…

Hazır mısın Yeni Sen Olmaya
Yazı

Hazır mısın Yeni Sen Olmaya

Bu bir ilham yazısıdır. Haydi takılın peşime…

Dinle kendini ve farkına var, artık tamamen yenilenme zamanı geldi. Öyle bir kabuk değiştirme zamanı ki, içinden bambaşka bir sen çıkma mevsimi. İster “bahar” de adına ister “güz”. Ama bil ki rayihasını henüz içine çekmediğin, başka bir cennetin mevsimi. Göz bebeklerinden son defa dökülecek o tek damla yaş ve sonra hazır olacaksın terk etmeye eski benliğini. 

Direnme, hisset; doğmaya hazırlanan yeni bir cenin gibi nasıl da taşkın büyüyorsun kendi iliklerinde. Senden geriye hiç bir ümitsizlik, yılgınlık, vazgeçmişlik, inançsızlık kalmadan bambaşka bir sen olarak gelmeye hazırlanıyorsun yeniden; bundan daha büyük bir armağan verebilir misin kendine. Duyumsa. Öyle bir hisset ki, göğsünü yırtarcasına gelsin o bambaşka sen. Ne kadar cesursan o kadar başkalaşacaksın. Ne kadar korkusuzsan, o kadar değişeceksin. Ne kadar sıyrılırsan kendinden, o kadar özgürleşeceksin. Dinle içinde yankılanan berrak sesi, bilemezsin ki şimdiden seni uçuracağı yer neresi…

Bıkmadın mı, doğrularına inanmaktan; bıkmadın mı savunduklarından, ne yaptıysan da anlatamadıklarından. Sığ zihinlerle örülü duvarları yıkmaya çalışmaktan, seni çevreleyen yırtıcıların boğuk uğultularından, aklının seni durmaksızın uyarmasından, bıkmadın mı?

Bakış açını değiştir. Durumları algılama algoritmanı, yargılarını oluşturan düşünce silsileni değiştir. Duygusal değil, duyarlı olduğundan emin ol. Önceliklerini geriye at, arkaya attıklarını öne al. En ihmal edilmiş duygularını canlandır. Kendini sevmeyi mesela, sağlığına dikkat etmeyi, çiçek açmamış tohumların yarını müjdelediğini duyumsamayı, sevilmeye değer olduğunu, aynada kendini güzel bulmayı ve ilgini esirgediğin kim bilir daha nice himayene muhtaç hissi, özenle sarmala. Doğrularını yeniden harmanla, yanlış bildiklerini sorgula. Değişmelisin, yenilenmelisin, hiç bir şey aynı kalmayacak biçimde yeni seni özümsemelisin. 

Önce çevrendekilerden başla. Bu altın öğüt. Seni asla geliştirmeyen insanlardan, aydınlık düşünceleri olmayanlardan, derinliksiz fikirlilerden, değişimden korkanlardan, yeni olan her şeye kapılarını kapatanlardan, dünyaları küçük ahkamları büyük olanlardan, ahlak ve adalet kuramları gelişmemişlerden ve en çok da değerleri olmayanlardan uzak dur. Fiziksel olarak mümkün olmasa da, zihinsel olarak varlıklarını algılama; tesirlerini yok say. Korkaklar en çok da cesur olanların direncini kırmaya çalışır. Önemseme, seni kabuğunu çatlatmaktan alıkoyanları.

Böylece kalbinde huzurlu alanlar aç. Bu huzurlu alanları doldurmak için acele etme. Renkli insanlar keşfet. Hobileri olanları yakınına al. Yeteneklerinin farkına nasıl varmışlar, anlatsınlar sana. Hayallerini öğren, sohbetler sırasında. Biraz zaman ayırdığında, çok başka şeyler anlattıklarını göreceksin. Gücünü sadece kendilerinden alanlar pek azdır. Ara bul onları. Ne çok hikaye vardır onlarda. İdealist insanların tılsımı bir başkadır. Eğilmezler, bükülmezler. Çok şey öğrenirsin onların onurlu duruşundan; izle nasıl ayırdıklarını yollarını, sıradan olanlardan.

Dönüp dolaşıp, aynı sorunları odağında tutma. Yaslan arkana, zamana bırak. İyi yönetirsen, çözersin. Kapasitene güven. Başka başka çevrelere gir. İçlerinde mutlaka gençler olsun. Onların hızı, yatkınlığı, uyumu, hedefleri çok başka. Sorular sor, öğren onlardan. Gitmediğin yerleri görmeye fırsat yarat. Yerel insanlarla tanış, esnafdan alışveriş yap. Dinle bakalım neler anlatacaklar sana. Bin bir hayat var, kendi mecrasında akan. Karış başka başka hayatlara. Sıkılmadın mı kendi debinden. Emeğini boşa harcama. Kıymetli senin zamanın; sonuç alamıyorsan uğraşma, boşver. Almaya hazır olanlara sun eşsiz eforunu. Dimağı açık, coşkulu heyecanları ve amaçları olanlarla yeni projelere başla, gönüllülerle birlikte çalış. İyilik yap. Çok iyi gelecek sana iyiliğin gücü, göreceksin. Mutlaka bir hobin olmalı, seni anda tutan; düşüncelerinden tamamen arındığın o anlarda, seni dünyanın en mutlu insanı yapan… Yaşantında, hobilerine alan ayır. 

Demek istiyorum ki, kaldır başını gökyüzüne; ne kadar mavi görünürse gözüne, o kadar yakındır değişimin. Kendiliğinden bulacak seni, “Yeni Sen”. Sorma bana, “ne zaman ?” diye. Ruhun haykıracak sana hazır olduğunda. Bir anda, belki bir vahada başlayacak doğumun. Sabırsızlanma. O gün, her an kapında…

Evren
Yazı

Evren

Her başarı, eninde sonunda gerçek sahibini; her iyilik eninde sonunda ait olduğu kalbi bulur… Her kim ki bu karmanın önünde durur, onun da tozları evrene savrulur…

Sen Saçını Maviye Boyadın mı Hiç
Yazı

Sen Saçını Maviye Boyadın mı Hiç

Hep böyle hissediyorum diyemem ama kimi zaman hayat, önümde bir serap gibi buğulu ve belirsiz, gözden hızla kayboluyor; ben ise durmaksızın gerisinde kalıyorum, yetişip yakalayamıyorum ve hiç yetişemeyeceğimi bildiğim bir hisle, fasit daireler çiziyorum. 

Öyle bir yetememe duygusu ki bu, tamamen çıplak bir yüzleşme hali. Dünyanın hiç bir yerini görmemişim; binbir çeşit ırktan insanla kucaklaşmamışım; tabularımı yıkamamışım; kendimi yaptığım her hangi bir seçime bütünüyle adamamışım; hiç bir ideal için ölmeye hazır olmamışım; özgürlük için savaşmamışım; hiç kitap okumamışım; sayısız iç savaşta katledilen sivil halka, hayatları ellerinden alınan çocuklara, dünyanın gözü önünde tecavüze uğrayan kadınlara, evsiz yurtsuz kalan insanlara, mazlumlara hiç ağlamamışım, bu acıların neden yaşandığını hiç kavramamışım; dünyayı değiştirebilirken, hayata seyirci kalmışım ve ömrümü böylece tüketmeye yaklaşmışım gibi bir his. Başaramamış olma hissi. Dünyada, karbon izinden başka bir iz bırakamamış olma bedbahtlığı. 

Tanıyanlar diyebilir ki, “Bizim adını bile duymadığımız milletlerden senin sayısız arkadaşın oldu. Din, dil, ırk ayrımı dayatmayan, bağnazlık nedir bilmediğin bir çeşitlilik içinde büyüdün; nereye bağlandıysan orada kök salmadın; yeni kültürlere uyumla geçti büyümeyi sürdürdüğün gençlik yılların”… Doğrudur ama demek istediğim bu değil ki… Anlatmaya çalıştığım “normal nedir” sorusunun cevabını aramadan, şablonları kabullenerek var olmayı sürdürmek ve bunun yarattığı konforun sığınağında yaşamak. Kendini tekrarlayan bir döngünün içinde öğütülmek. 

“Dünyayı gezdim” diyen insanların çok yıldızlı otellerde konaklayıp, turist rehberlerin eşliğinde timsah kafası okşamalarından; gurmelerin, sıradan öğünleri olan insanlara, özenle ağırlandıkları restaurantlarda, seçkin lokal tatları iştahla anlatmalarından; entellektüellerin, hayatlarında bir defa dahi ellerini taşın altına koymayıp, sözde zaman yaratarak oysa çoğunlukla bencilce açığa çıkardıları zaman dilimlerinde okudukları kitapların kibiri ile durmaksızın siyasi, edebi, ateist ahkam kesmelerinden; çevreciyim diyenlerin Madagaskar’da demirledikleri teknelerinden dalış yapıp, gördükleri zararsız üç beş renkli sualtı canlısının fotoğraflarını paylaşmalarından bahsetmiyorum ben…

Oysa öyle insanlarla aynı evreni paylaşıyoruz ki, onlar “normal olan nedir?” sorusuna, “anormal olan normaldir” cevabını veren kaşifler. Varoluş gerçeğini arayanlar onlar. Yaşamdaki hedefleri bir çokları için aykırı; kendilerini gerçekleştirme yolculukları bambaşka; doğayı, evreni tanıma azimleri olağandışı; topluma hizmet için adanmışlıkları ölesiye; dünyayı keşfetmek için altını üstüne getirme savaşları yenilmez. Nasıl anlatsam “sınır tanımayan doktorlar” mesela ya da Bengal kaplanlarının veya ne bileyim Sarus turnalarının nesli tükenmesin diye korunmalarına hayatlarını adayan gönüllüler veya kayıp bir medeniyetin peşine düşen isimsiz arkeologlar yahut gezegen yaşamaya devam etsin diye sera gazı salınımının azaltılmasına ömürlerini verenler; Aborjinlerle ana karayı geçenler ya da insanlığını anlamlandırmak için Antarktika’da bir uçtan bir uca, solo yürüyüş yapanlar; uzar gider bu liste…

O mavi saçlı kızı düşünüyorum ne zamandır. Çoğunluğu kendi yaşıtı o uğultulu kalabalık arasında ayrık otu gibi duran o naif genç kız. Kimin gözüne çarpsa, adına üzüldüğü, buhranlı olduğuna inandığı, güzel bulmadığı, anormalliğine acıdığı, kendilerinden olmayan kız. Oysa kavramıyorlar ki, aslında tek başaranımız o. “Hepiniz birbirinize benziyorsunuz; isyanlarınız bile aynı” diye sessizce ruhlarımıza haykıran o. Onu her yerinden yaralayarak kanatan dünyayı tek başına kucaklayabilen o. 

Sen saçını maviye boyadın mı hiç? Dünyayı özgürce ve matemsiz, maviye boyayan o…


Görsel © by ABitofWhimsyArt