Aşk İspat ister mi?

Aşk İspat ister mi?

Malum yaz geldi ve uyanan doğa ile birlikte, bu aşk meşk meseleleri de iyice zembereğinden koptu. 

Sürdürülebilirliği olmayan ve tüketilmek üzerine kurulan ilişkiler, kendine has dinamikleri içinde belli bir gerçeklik ve hatta masumiyet taşır. Bir aldatmaca ekseninde kurgulandığı tüm taraflarca malum olduğundan, kimsenin kimseyi yanıltmadığı, sonu başından belli bir kapalı gişe oyundur nihayetinde. Ne izleyicisi biter ne de tiyatro metni değişir. Ne var ki, meraklısı için izlenesi olsa da senaryosu anlatmaya değer bir başkalık barındırmaz. Tam da bu sebeple, oyuncuları bir çekim alanı yaratmaz.

Benim daha ziyade durumun sosyolojik ve psikolojik boyutu açısından ilgimi çeken çiftler, özellikle evli olup, birbirlerine aşklarını uluorta ve en çok da sosyal medya üzerinden gösterişle ilan edenlerdir. Tabii birlikte geçirdikleri zamanların fotoğraflarını, düşünülmüş bir kaç cümle ile beğeniye sunan ve beğenilmenin memnuniyetini taşıyanları, kapsam dışında tutuyorum. Hepimizde bir biçimde var olan teşhir merakı, çoktandır hizmetimize sunulan servis sağlayıcılar sayesinde epeyce tatmin edilir bir kıvama ulaştığından, elde olanı sergilemek de şüphesiz olağanlaştı ve gördüğü genel kabul üzerine bilindik seyrini sürdürüyor. Hatta, hayatın doğal akışı içinde var olan aşkın, görücü rolündeki ahaliye gösterimi, bir örneklem ve olumluluk hali dahi barındırıyor.

Ortalama yaşamlar sürdüren bireylerin aşk hayatlarının bir kesitini, tanıdıkları ya da tanımadıkları insanlara, perdeleri hafifçe aralayıp, pencereyi de vasistas kıvamında açıp, içerisini az biraz göstermelerinin, eğlenceli ve heves uyandıran bir tarafı bile var denebilir. Ne var ki, birazı açılan pencereden sığışarak içeriye dalan epeyce iştahlı sivri sineklerin keyif kaçıran saldırılarından korunmak gereği de durduk yere bir zahmet; ki bu konuya girmeyeceğim. 

Bana bundan çok daha ikircikli gelen, çiftlerin sanal ortamlarda, çoğunluğu ile tek sefer dahi karşılaşmamış oldukları insanların hazmına sundukları büyük aşkları! Birbirlerine sıraladıkları methiyelerin dayanılmaz sıradanlığı… 

Bir aşkı büyük kılan nedir? İki insan arasındaki duygu derinliği, bu aşkın kesişen kümesinde olmayanların zihinlerine istemli biçimde ittirildiğinde, izleyicinin gözünde ilahi bir etki yaratabilir mi… 

O şair ki, “karadutum, çatal karam, çingenem” diye seslendiğinde, uğruna ölünesi bir sevdayı, tarifsiz bir hakikatın sığınağında tasvir eder ve sürüklediği derinlikte vurgun yemek kaçınılmazdır. Aşk en naif, en yalın hali ile dizelerin arasında, romanların kalbinde geniş kitlelere sunulduğunda bile vak’ur edasını korurken, kendi halinde insanların aşklarını böylesine hercai ifşa etmeleri, ne mana taşır?

En özel anlara ait olduğu beyanı ile paylaşılan şiirler, mektuplar, “göklerdeki yıldızlardan daha parlaksın” minvalindeki eğreti iltifatlar, “aldığım nefessin, ömrümsün” türünde popülist göz boyamalar, tüketmeye hazır topluluğun ilgisine sunulduğunda, aşkın büyüklüğünü ispat eder mi? Aşk karşılıklı ise, diğerlerinin onayına ihtiyaç duyar mı? 

Ben, bu çığırtkanlık durumlarında başka bir dürtünün egemenliğine inanırım çoğu zaman. Kendini ispat ihtiyacının dışa vurumu… Erkeklerin abartılı ilan-ı aşkları, eşlerinin uğruna ölebilecek olmalarından değil, sözde ölürcesine sevebilen üstünlükte bir erkek olduklarını ispat ve hayranlık uyandırma ihtiraslarından beslenmektedir diye düşünürüm. Bir yandan dişilerini, dosta düşmana karşı onurlandırarak, erklerini sağlama alırken diğer yandan türlerinde benzersiz oldukları kibiri ile tribünleri elde tutmaktadırlar. Kadınların çoğunlukla temel ihtiyaçları arasında ön sıralarda yer alan, “duyarlı bir erkek tarafından çok sevilmek” hülyasının baş kahramanı olma ve kim bilir belki de çeşitliliği arttırma hesabındadırlar. Kadınlar ise, hemcinsleri arasından, uğruna ölünebilecek kadar çok sevilen o tek kadın olmanın üstünlüğünü pekiştiren bu alicenaplığa inanır görünerek, imrenenlerin artan sayısına çetele tutarken, gerçekte özgüvensizliklerini ve korkularını gizlerler. 

Aşk, bir kurgu değildir oysa… Girdaba kapılırken de, uzakları yakın sayarken de, delicesine mutluyken ve ölürcesine kederliyken de, zifiri karanlığı yaran deniz fenerinin ışığında ya da güneşe perde çekildiğinde de; kalbin kıyılarına çarpan dalgaların sesi, diğerlerinin tanıklığına ihtiyaç duymadan, insanın iç sesi ile yankılanır. Adı üstünde, “sevda” işte… Yegane ise gök kubbe altında yaşanan, hükümsüzdür başkalarının şahitliği…