Kategori: BLOG YAZILARI

Home / BLOG YAZILARI
Farkındalığın Hafifliği
Yazı

Farkındalığın Hafifliği

Şu sıralar bir sürü şey okuyorum. Raflarımda kalmış, zamansızlık bahanesinin ardında unutulmuş, oysa hevesle aldığım kitaplar. Bir sürü söyleşi dinliyorum. İvmesi giderek artan olağandışı bir sebep arayışım ve özümseme ritüellerim var.

Sırtlan gibi çevremizde gezinenlerin çiğ bir içgüdüden ibaret ilkelliğine karşın insanın kendini ve yaşamı keşif arayışında ışık tutan aydınlar, filozoflar, şairler, araştırmacılar… Kainata açılan kapıların ışıklı anahtarları ellerinde… Anlamaya çalışıyorum. Sadece kendi sesini dinleyenlerin kayboluşuna tanıklık ettikçe, kapıldıkları girdabın hiçliğinden uzak kalabildiğim sığınaklar tüm bu öğretiler.

Farkındalığın derinleştikçe, hayatın özüne inebilmenin ne büyük bir sabır barındıran, acelesiz bir yolculuk olduğunu idrak etmek. Bu erdeme yaklaşabilenlerin bir nebze dahi yakınında olabildiğinde, gözlerine yerleşmiş perdenin aralanması ile şifalanmak…

Her şeyin değiştiğini kabullenmenin, hakikate giden ilk adım olduğunu bil. Hiç bir şeyin aynı kalmadığını anla. Gerçeklik gibi görünen varlığının aslında büyük bir eko sistemin içinde küçük bir pay olduğunun farkına var. Hep uyanık kal ve zihnine berrak bir akışın içinden bak… Yolculuğa hazır hissettikçe oku. Zen Budizm’ini oku, Şamanizm nedir anla, Sevme Sanatı’nı hayatına yay. Rüyanın içinde uyanık kalmanın mümkün olması gibi, yaşamının da bir rüya olduğunu ve her şeyin geçici olduğunu, durmaksızın biçim değiştirdiğini kavra. Canlılar, hepsi bir döngünün içinde sonsuz defa ölüyor ve yeniden doğuyor. Sana düşen, tekamülünün dinginliğinde, hayatına geçici rollerle karışan kalpleri mühürlü ve kibiri büyük olanları bağışlamak. Bil ki onlar, o sonsuz döngüde iyiliğe eremedikleri için acı çeken ve kutup yıldızını bulamayan ruhlar. Onlara şefkatini sun.

Değişimi durduramazsın ama daha iyi bir insan olabilirsin. Sadece iyiliğin gücü ve varlığını arındırman ile kendi saf haline ulaşman mümkün olabilir… Ancak bu sayede kaygılarının gerçek bir mevcudiyeti olmadığını ve iyileştirdiğin zihninden attığın yararsız imgeler olduğunu anlayabilirsin.

Giderek Uzaklaştıklarım…
Yazı

Giderek Uzaklaştıklarım…

Kendilerini hayatın merkezinde gören insanlar tanıdım. Tüm gezegenlerin kendi etraflarında döndüğüne inanan, gülünesi bir şuur yoksunluğu ile yaşayan insanlar. Taşkın bir bencillikle bulundukları her mecrada kendilerini empoze ederek, başkalarının yaşamlarına iltica eden, hayatlarını gözümüze bir perde gibi indiren, durmaksızın ilgi ve övgü bekleyen, başkalarının gözünden kendilerine bakma farkındalığı taşımayan, kendilerini renkli zanneden oysa ne de soluk silüetler.

Dünya yıkılsa onların mutluluğunun, onların tasalarının, onların fikirlerinin, onların başlarına gelen her durumun koşulsuz en önemli öncelik olarak, kendi sessiz sedasız dünyamıza izinsiz ittirildiği kaotik bir hengamenin mimarları. “Başkalarına İlham Vermeyen Ama Kendilerini Öyle Zannedenler Kulübü”nün üyeleri. Hayatla ilişkileri, “aldım, verdim” üzerine kurulu hatta çoğunlukla, sunmadan almak gayesi ile hesap yapan, müflis tüccarlar.

Yakın ya da uzak çemberlerinde kim varsa müritleri zannettikleri iflah olmaz aymazlar. Hep beğenilecekler, yetmez; çetele tutacaklar, kim ilgi göstermiş, kim eksiksiz her adımlarını takip etmiş, kim alkışlamış, kim aramış, kim sormuş. Mutlak bir zorunluluk gibi her eylemlerinin, her çığırtkanlıklarının kutsanmasını bekleyenler.

Sizden tepki alamadıklarında ise empati kurmak, kaygılanmak, hayatınıza dokunmak yerine kendilerini koşulsuz geri çekenler. Halinizi, derdinizi sormayalar. Komşulukları da, arkadaşlıkları da, tanışıklıkları da böyledir bu ticaret erbabının. Taa ki siz tekrar bir gayret onların kibirlerini görmezden gelip, gönlü yerde bir hatırşinaslık ile sanki kabahatliymişsiniz gibi bıktıran beğenmişliklerini tekrar besleyene kadar.

İşte fark ediyorum ki, geçen yılların sonunda, hayatımda mutlak bir sadeliğin arayışı içindeyim ne zamandır. Çokluğun içinde en yalın ve sahici olanlar bana sadece mutluluk verenler. Çarpıcı biçimde farkına varıyorum ki, hayatıma giren her insanı anlamaya çalışmak, hoşgörü ve empati göstermek kabulü ile kurmaya çalıştığım iç dengemde, yorulmuşum. Uzağındayım demek ki hala demlenmiş olgunluğun. Koşulsuz toleransın üst benlik gerektirdiğini ve bu erdeme sahip olmanın tekamül gerektirdiğini kabullenmeli. Kısacası, herkesi kendi tekrarında bırakmak ve yanımdakilerle akışın içinde nefes almak istiyorum, sessiz ve huzurlu.

Madem ki, ne kadar çaba göstersen de, özündeki hamlığı gideremeyeceğin, ruhani gelişimine etki edemeyeceğin, kalbinde karşılıksız sevgi barındırmayan insanlar yoruyor seni, geride bırakmayı başarabilmeli insan. Kendi iç huzurunun açtığı yolculukta yanında olanlarla tasasız yol almak ve sevgini, varoluşunda samimiyet, içtenlik, nezaket, hesapsız bir gerçeklik barındıran asil ruhlara dostluğunu sunmak, en değerlisi belki de… Her insan, öğretilerden edinebildiği kadar geçebilir kendi sınavından…

Yaşadın mı kendin için bir defa bile…
Yazı

Yaşadın mı kendin için bir defa bile…

Biliyorum, sen de hayatını o birilerine adayanlardansın. Kalbinde, çapası kuyulara atılmış bir yük vapuru tüm ağırlığı ile mıhlanmış, paslanıyor… Gözlerinde kederli grisine güneş değmemiş ince bir sızı, mavisi özgür bir çıkış arıyor. Zihninde yinelenen açmazlar, seni balçıklı dehlizlere çekiyor. Nafile bir umutla çabaladıkça, sen de hayatının çaresizce gerisinde kalansın, biliyorum… 

Geçit vermiyorsun, sisli bir göğün ardına gizlediğin hayallerine, sıcak bir yaz gecesi gibi seni sarmaya öykünen özlemlerine, sadece sen ve evren varmışçasına hür olabilme haline… Nefes alamadığında, seni boğan kendi ellerin, bilmiyorsun…

Düşündün mü hiç neden böylesin? Neden kendini bu karşılıksız adamışlığın? Çok sevdiğin için mi; kendi seçimin olduğu için mi; başka türlü davranmayı hayat öğretmediği için mi; vazgeçmiş olsan, suçluluk duygun seni uçurumlara yuvarlayacağı için mi; Cevaba ulaştırır mı ezberlediğin sorgulamalar. Sen, doğru soruları sormadıkça, sıkışmaya devam edeceksin cenderelerde, kuytu köşelerde, biliyorum…

Zihnini arındırabilsen, bulacaksın yanıtları. Bir anlayabilsen… Hayatının akışında kalmadığın için böylesin. Vicdanının rotasında durmadan savrulduğun, tek seferlik bir ömrün olduğunu kavramadığın, kendine iyilik etmek, en büyük korkun olduğu için böylesin. Duygularını, umutlarını, sevinçlerini yarınlara ötelediğin, yarınlara vardığın her defasında da bir çırpıda harcadığın için böylesin. Ne kadar uğraşsan da, kimsenin yazgısını değiştiremeyeceğini kavramadığın, adandıklarının senin tükenmişliğinin şuurunda olmadıklarını göremediğin için böylesin. Bu körlükleri olmasaydı eğer belki de senin yerine görebilirlerdi, seni hayatından nasıl alıkoyduklarını…

Kimsenin yalnızlığına, mutsuzluğuna, kendi elleri ile savruldukları girdaplara, çare olamazsın. Ne kadar uğraşsan da kurbanı olacaksın, seni ele geçiren esaretlerinin; sen sundukça daha fazlasını bekleyen müdavimliklerinin… İyilik et, peşlerine düş, elinden geleni esirgeme ama hayatını kendi varlığın üzerinden inşa et… Kendin için yaşamanın damağında bıraktığı o mayhoş tadı nasıl anlatsam ki sana. Yaşamadan bilemezsin…

Fakat biliyorum sorumluluğunu alamadığın için birey olmanın, senin de işine geliyor kurbanı olmak çizdiğin kaderinin. Böyle avutuyorsun kendini; böyle saklıyorsun zayıflıklarını kendinden, cefanın pençesinde biçare görünerek. 

Unutma yine de, senin de geçiyor ömrün bak!. Kimse yanında olmayacak, duymayacaklar ıssız çığlığını, elinden hayatın akıp gittiğinde ve geriye sadece bir dirhem sabah kaldığında uyanacağın… Yaşa artık kendin için umarsızca… 

İmtihanmış Yaşanan
Yazı

İmtihanmış Yaşanan

Afetin, acının, yoksunluğun, tükenmiş hayatların ortasında fakat her türlü konforun güvencesinde, “Bu bir imtihan” demekle olmuyor.

Makam gereği görev yaparak, bolca brifing alıp, etrafında gücün boyunduruğu altında yaşayarak ecdatlarının geleceğini sağlama almış kalabalıkların mide bulandıran sahteciğinde, ayağına taş değmeden, tüm kaynakların seferber edildiği refah hayatına aynı gün geri dönmekle olmuyor.

Üzüldüğünü belli eden o suya çizilmiş yüz ifadesi ve şefkat lütfederek, hastanede bir kaç yaralı eli tutmakla olmuyor. İnsanların başlarına evleri yıkıldıktan sonra, yıkılandan daha kalitesiz konutlar yapmayı vaat etmekle fakat bir yandan da birincil sorumluluğu hazinesindeki parayı saklamak ve mücbir koşullarda halkın insanca yaşamasını sürdürmeyi sağlamak olan Cumhuriyet’in kurumları aracılığı ile beli bükülmüş halktan para toplamak tüccarlığı ile olmuyor.

Mecliste deprem araştırma önergesini reddederek, hiçbir hür vicdana sığmayan ve toplum dışına itilmiş ahlaki değerlerin bir gün elbet geri dönecek egemenliğinin üzerini menfaat ittifakı kurarak örtmekle de olmuyor.

Sadece ve ancak o insanların acılarının içinde yaşayarak ve yüreklerde hissedilen, dayatılmamış bir sahicilikle oluyor…

Enkazın altından gelecek bir küçük seslenişin ümidi ile günlerce aç susuz, gözyaşı kurumuş, yakınlarından haber almayı bekleyenlerle birlikte, duran zamanın girdabında nefes almadan, canından can koparak, beraber nöbet tutmakla oluyor.

Sefil bir keşmekeşin ortasında; ihmalin, rantçılığın, kayırmacılığın, açgözlülüğün, doymazlığın sebebiyet verdiği yıkımın kör karanlığında, gidecek bir yeri, doğacak bir sabahı olmayanlarla birlikte, onlar gibi içi kan ağlayarak ve aynı teselli edilemez tükenmişliği yaşayarak oluyor. Ayaz kesen gecelerde, geleceğini kaybetmiş insanların çaresizliğinde, her türlü hijyen koşuldan yoksun, ocağında çayı kaynayan evinin sıcaklığı bir gecede buz kesmiş, yerlere serilmiş derme çatma battaniyeler üzerinde aynı kadere mahkum insanların birbirleri ile bir lokma hırkayı bölüştükleri sabahsız matemlerde, aynı aş evinden boğazında düğümlenen tek tas çorbayı içmekle oluyor.

Aynı gök kubbenin altında üstün bir ırk gibi kibirle değil, insanlığın en büyük çaresizliğinin dert ortağı olarak, yaşanmakta olan acının yegane sahibi gibi siyaha boyanmış kederli havayı, kanayan ciğerlerine çekmekle oluyor…

Hangisin sen… Toprağı kurutan mı daima filizlenen mi…
Yazı

Hangisin sen… Toprağı kurutan mı daima filizlenen mi…

Hayatım boyunca başarısızlık diye bir kavramın varlığına inanmadım. Eylemler ve sonuçları vardır. Eylemlerin oluş biçimini ise tavrımız, kararlılığımız, değerlerimiz, durumları birbiri ile ilişkilendirme becerimiz, uyum yeteneğimiz, duygusal dayanıklılığımız, kendimize inancımız, özgüvenimiz, azmimiz, geliştirdiğimiz niteliklerimiz, çalışkanlığımız, fırsatları kavrama ve faydaya dönüştürme öngörümüz, kendimizi ifade etme biçimimiz ve hepsinden önemlisi ahlaki ve vicdani ilkelerimiz belirler.

Benim için “başarmış” olanlar asla kendilerinin varlığını sürdürmek pahasına diğerlerinin varlığına set çekmek üzere her türlü insani olguyu yok sayan, adil davranmayan, toplumun ve bireyin yararına hareket etmeyen, yanlışın karşısında durmayan, tek taraflı menfaat gözeten, adamcı, kayırmacı, işbirlikçi, örtbasçı, göz yuman, güçlü olana itaat edip, zayıf gördükleri üzerinde ezici, diğerlerini geliştirmeyen, kibirli, takas ilişkileri sayesinde oturdukları koltuklar ve edindikleri unvanlarla kimlik kazanmış, küçüklük kompleksine sahip kimseler değildir.

Başarılı olanlar fark yaratanlardır, ezberleri sorgulayanlardır, değişimi başlatanlardır, mücadelesi olanlardır, yılmayanlardır, pes etmeyenlerdir; tekrar tekrar deneme ve yeniden başlama gücüne sahip, sorumluluk alan, fırsatçılara rağmen değişim için fırsat yaratan, tutarlı, kayıplarını zaferleri olarak görebilen ve daima bir yol olduğunu bilenlerdir. O yolda rehberlik edenlerdir.

Ben diyebilirim ki özel hayatımda ve özellikle ailemde kutup yıldızı kabul ettiğim bu nitelikte insanların minnet duyduğum varlığı ile geliştiğim halde, uzun yıllardır devam eden iş hayatımda, bu çok özel vasıflara sahip sadece bir elin beş parmağını geçmeyecek sayıda insanla yolum kesişti. İşte bu bir avuç insan, inandıklarıma inananlardı…

Diğerlerinin yolunu aydınlatan bu özel insanları daima izledim, yıllar boyunca tutarlılıklarını gözlemledim, kurdukları insan ilişkileri, krizleri yönetme biçimleri, çalışma alışkanlıkları, uyumlu prensipleri, başarıyı bireysel menfaatleri ile eşdeğer görmemeleri, korkusuz, minnetsiz kişilikleri, hiç bir kişiselleştirilmiş tavır taşımamaları, yollarına her daim taş döşeyen zorba örgütlenmeleri hayatlarının merkezine almamaları, cesaretleri, eriştikleri sonuçlarla yarattıkları başkalık ve farkındalık, insanların hayatlarına değmeleri ve güvenilirlikleri, bende daima olağanüstü bir kabul ve saygı uyandırdı.

Öyle insanlar tanıdım ki, öyle küçük, öyle zavallı, yarattıkları kirlilik ile çalıştıkları organizasyonlara, içinde bulundukları ekiplere, iş ortaklarına, paydaşlarına, arkadaşlıklarına, yaşadıkları topluma ihanet eden, iki yüzlü, güvenilmez, kıskançlık ve dedikodu ile beslenen; bunlara karşı ağır bir acıma hissi besledim. Şairin dediği gibi “onlar ümide düşman, serip gelişen hayatın düşmanı, onlar sana düşman, bana düşman, düşünen insana düşman” idiler, anladım. Ne var ki, yarattığım etki alanı zaman zaman bu kötücül olanları, bir mıknatıs gibi hayatıma çekti. Fakat hep geldikleri gibi de gittiler.

Bana kimse başarısızlık korkusundan söz etmesin eğer mücadele gücü, kararlılığı, kendine güveni ve hedefleri varsa.

Bana kimse başarmış olmaktan bahsetmesin eğer tavrı, değerleri ve bir gelecek vizyonu yoksa. Böyleleri, vadeleri dolduğunda hatırlanmayacaklar ve kimsenin hayatına anlam katan neferlerin ışığına bürünemeyecekler, ne yazık…

Değerleri olan insanlarla yol alın ve kendinize inanmaktan asla yorulmayın. Ben hayatım boyunca ölürcesine böyle yaptım. Hangi gafil yıldıracakmış, şaşarım… Duygusal dayanıklılığınız zayıfsa, öz değerlendirme konusunda noksanlığınız olabilir. Bunun farkında olmak ve bir gelişim alanı olarak odaklanmak sonuç yaratır, unutmayın!

O inanç var ya o inanç, o azim, cesur olanın karşısına her türlü zorluğu çıkaran o niteliksiz yığınlara ve sistem asalaklarına rağmen vazgeçmeyen o bir avuç insan var ya, işte onlarla temiz kalacak bu dünya, yaşadığımız bu hayat ve bırakacağımız gelecek….

Onlardan biri olun, ömrünüzün tek anında dahi güçlükler karşısında asla vazgeçmeyin ve gücünüzü daima kendinizden alın…

Sen hüznün resmini yapabilir misin, işin kolayına kaçmadan ama…
Yazı

Sen hüznün resmini yapabilir misin, işin kolayına kaçmadan ama…

Sığınmadan, dilinden düşen sözlerin boğazında görünen düğümüne ne de ay ışığı vuran gözyaşının tek tanesini damlatmadan yüzüne ve kederi gölgelemeden derin gamzesini, dünyanın en ışıltılı çehresini çizebilir misin… Baktığımda öyle parlasın ki gözleri, soluksuz bir duygu dağlasın yüreğimi. Razı et beni düştüğüm uçurumun mutluluk olduğuna, savrulurken çıkmaz girdaplarda. Sen, neşeli bir namenin kucağında, acılı bir ruhu gizleyebilir misin…

Sanki uzanacakmış gibi tuvalden ve beni de çekecekmiş gibi kendi cennetine, ıssızlığım kainatı kaplasın, yanında olamadığım her nefeste. Başka hiç bir insan evladı bu çehrenin yaydığı mutluluğu yaşamamıştır ve başka hiç bir sevinç böylesine coşkuyla sarmalanmamıştır diye inandır beni, her baktığımda kızıl dudaklarındaki tebessüme. Öyle bir ümitle besle ki beni, saf mutluluğun varlığına bürüneyim ve kalbimde yaşam sevincinin filizleri boy versin, kaplasınlar sonsuzluğu ve ötesini…

Gizleyebilir misin fırçandan damlayan boyaların alacasında o eşsiz tebessümdeki derin, iflah olmaz elemi. Örtebilir misin o aydınlık çehresindeki kederin mağrur esaretini… Öyle sakla ki gamzelerinde toplanmış dinmez hüznü, uzanıp da o resme her dokunduklarında, avuçlarında atan bir kalp gibi yayılsın dünyaya gülüşü…

Mutlu görünmeyi seçen ruhların yoldaşlığına adanmıştır…

Güzel ve Çirkin…
Yazı

Güzel ve Çirkin…

Hukuk düzeni, çoğunluğun azınlığa tahakkümü değildir. Bu ilke, kurumlarda da aynen korunabilmelidir.

İş ahlakından yoksun, zaafları ve menfaat ilişkileri olan çoğunluk, katıksız ilke ve değerlere sahip bir avuç insanı, yarattıkları her türlü manipülatif ortamın baskısı altında boyunduruk altına alabileceklerini hesaplarlar. Doğru ve iyi olanı inkar ederek, yapıyı dinamitlemeyi sürdürürler. Bu tarz ortamlarda, kamil azınlığın bireysel mücadelesinin yanı sıra, organizasyondaki yasa koyucuların da adil ve erdemli bir yönetimden yana olmaları gerekir. Yol ayrımı bu noktada başlar. Ya besledikleri çakallar, sistemi çöküşe götürür ya da yetiştirdikleri nitelikli ekipler, yapıyı geleceğe taşır…


Şüphe götürmez gerçek ise, şikayet edip ortaya hiç bir varlık koyamayanların, teslim oldukları düzenin çarklarında öğütülmeye layık olduklarıdır. Kendi hür iradesini yok sayan ve sistemden nemalanmayı sürdürebilmek için muhtaçlık ilişkisi kuran her insan, kendine ihanet edendir. Bireyin özgür seçimleri ile ilerleyeceği yolu çizmekteki en büyük engeli yine kendisidir.

Haksız işleyişe baş kaldırarak, diğerlerinin de eşitçi koşullardan faydalanmalarını sağlayan, mesleki kimliğini güç odaklarının ellerine teslim etmeyen, tutarlı tavrını koruyarak, duruşunu bozmayan ve toplumun faydasına varlığının amacına ermiş olanlar, ekollerinde başarıya ulaşırlar.

Kariyer adımlarında başarının ölçütü, verilen ödünlerle erişilen koltukların sağladığı geçici unvanlar değil, sürdürülebilir bireysel itibardır. Başarmış olanların ortak özellikleri, mesleki saygınlıkları, alanlarında kabul görmüş bilinirlikleri, bilgi ve deneyimlerine duyulan kesintisiz talep ve kendilerini daima yeniden yapılandıracak nitelik ve yetkinliğe sahip olmalarıdır. İnsan gücünü karşılaştığı tüm zorluklara rağmen öz benliğinden aldığında ve onurlu şahsiyetine güvendiğinde sırtı yere gelmez… Tabii bir de iyi zamanlarda çevresini saran riyakarlar vardır ki, onlar da yürünen yolda ayağa çarpan, kumdan çakıl taşlarıdır. Savruldukları çukurlarda, ilk yağmurla üzerleri çamurla kapanır…

Tüm bunların ışığında, bazılarımız için yol daima ufuk çizgisine doğru ilerlemeye devam eder… Rehberi sağ duyusu olanlar, kargadan kılavuzların gölgesinde soluklanmaz. Güzeldir onlar, çirkinle işleri olmaz…

Yine, yeni, yeniden yola devam…


Görsel © by evenliu

Mektup
Yazı

Mektup

Canım arkadaşım;

Aklın takılmasın vefasız olana, arayıp hatırını sormayana. Bilmez misin onların aslı buydu da, boyadıkları maskeleriydi senin gördüğün. Menfaat ortaklığıdır daima onları bir arada tutan diğerleri ile; seninle ilgili değil ki iyilik yoksunluğunda çırpınmaları… Evriliyorlar, sabırlı ol, hala çok uzağındalar saf insan olma halinin. Nasıl anlatsam sana, öyle büyük bir şans ki yaşadıkların, eşsiz bir deneyim bu içinden geçmekte olduğun. Durma kocaman sevin; bu dersler, senin edinimlerin…

Hoşgörülü ol, benliklerinin küçüklüğüne. Yüceleşmek için daha çok zaman var önlerinde. Henüz bu kadar işte dünyaları; küçük hesaplar ve büyük korkularla geçer hayatları. Kimin yanında görünmeliler, kimin uzağında durmalılar, kimden ne menfaat edinirler, kimden ne çıkar kaybederler, yaptıkları hep parmak hesabı.

Tüm olumsuz bağlarını kopar aydınlığını görmediklerin ile… Tanrı’nın bahşettiği varlıklarının anlamına erememiş, hakiki dostluk bağları kuramamış, kalplerini mühürlemiş vicdan körlüğünün esaretinde yaşayanlar onlar. Bu onların seçimi. Kabul et ve şefkatini sun.

Kendini şifalandır; bağışla, affet ve sev onları. Ruhları ham, tekamülleri uzun. Bırak gitsinler senden uzağa, bu da onların yolculuğu… Göreceksin, iyi gelecek sana da…

Hayat sana fırsatlar armağan ettiği ve içtenliksiz olanı görebilme erdemi eriştirdiği için sevgiyle şükret. Sen çok değerlisin unutma; çağırırsan gelir mucizeler, kapılarını aç ve karşıla. Asla vazgeçme inanmaktan kendine. Hem ben de buradayım bak, sakın artık üzülme…

Yol
Yazı

Yol

Her zorluğu fırsat görerek, yolunu kendi açmalı insan. Sadece duygusal dayanıklılığı olanlar, yılmayanlar ve gücünü daima kendine olan inanç ve özgüveninden alanlar başarabilir…

Belki de onlardan birisin, tutun kalbime
Yazı

Belki de onlardan birisin, tutun kalbime

Bazen birilerini seversin. Gerçekten seversin ama… Göz ucuyla takip edersin. Usulca, naif. Aralarda bir telaş peşlerine düşersin; Oradalar mı diye. O güvenli uzaklıkta duruyorlar mı diye. Oysa o birilerinin böylesi sevildiklerini bilmeleri mümkün değildir. Neden mi? Bir tanışıklık bile yoktur çünkü aslında veya bir kesişme ihtimali bile bulunmaz, uzak gelecekte dahi. Ya da bilirsin birbirini de, kapanmaz mesafeler vardır arada. Böylece sürüp gideceği, kaçınamayacağın gerçeğindir. Kabullenişindir. 

Düşünürsün o halde; neden sevdiğine sebepler bulmaya çalışırsın. Tanışmadığın veya pek az tanıdığın ya da hemen hiç yakınında bulamayıp da kimi zaman karşılaştığında dakikaları bile bulmayan kısacık sohbetlerde, o birileri sana kendilerini nasıl anlatmış olabilirler, çözemezsin. Bazen ilgi bekleyip, göremediğin zamanlar olur. Kendince gücenirsin de hatta. Sonra gülersin bu gelin güvey haline. Hadsizliğine kızarsın. Derken, bulursun sebebi. O birilerinin bu dünyadaki varlığını, var oluşlarını sevdiğini kavrarsın. Nefes almalarını, bir biçimde hayatının içinde olmalarını sevdiğini özümsersin.

Böyle işte. Bir dengesi vardır hayatının, kim oldukları senin zihninde kayıtlıdır sadece. Ne sen açık edersin adlarını ne de onlar bilebilir böyle önemsendiklerini. Sırları arasına karışırlar hayatının, ıssızca…