Sığınmadan, dilinden düşen sözlerin boğazında görünen düğümüne ne de ay ışığı vuran gözyaşının tek tanesini damlatmadan yüzüne ve kederi gölgelemeden derin gamzesini, dünyanın en ışıltılı çehresini çizebilir misin… Baktığımda öyle parlasın ki gözleri, soluksuz bir duygu dağlasın yüreğimi. Razı et beni düştüğüm uçurumun mutluluk olduğuna, savrulurken çıkmaz girdaplarda. Sen, neşeli bir namenin kucağında, acılı bir ruhu gizleyebilir misin…
Sanki uzanacakmış gibi tuvalden ve beni de çekecekmiş gibi kendi cennetine, ıssızlığım kainatı kaplasın, yanında olamadığım her nefeste. Başka hiç bir insan evladı bu çehrenin yaydığı mutluluğu yaşamamıştır ve başka hiç bir sevinç böylesine coşkuyla sarmalanmamıştır diye inandır beni, her baktığımda kızıl dudaklarındaki tebessüme. Öyle bir ümitle besle ki beni, saf mutluluğun varlığına bürüneyim ve kalbimde yaşam sevincinin filizleri boy versin, kaplasınlar sonsuzluğu ve ötesini…
Gizleyebilir misin fırçandan damlayan boyaların alacasında o eşsiz tebessümdeki derin, iflah olmaz elemi. Örtebilir misin o aydınlık çehresindeki kederin mağrur esaretini… Öyle sakla ki gamzelerinde toplanmış dinmez hüznü, uzanıp da o resme her dokunduklarında, avuçlarında atan bir kalp gibi yayılsın dünyaya gülüşü…
Mutlu görünmeyi seçen ruhların yoldaşlığına adanmıştır…