Kendilerini hayatın merkezinde gören insanlar tanıdım. Tüm gezegenlerin kendi etraflarında döndüğüne inanan, gülünesi bir şuur yoksunluğu ile yaşayan insanlar. Taşkın bir bencillikle bulundukları her mecrada kendilerini empoze ederek, başkalarının yaşamlarına iltica eden, hayatlarını gözümüze bir perde gibi indiren, durmaksızın ilgi ve övgü bekleyen, başkalarının gözünden kendilerine bakma farkındalığı taşımayan, kendilerini renkli zanneden oysa ne de soluk silüetler.
Dünya yıkılsa onların mutluluğunun, onların tasalarının, onların fikirlerinin, onların başlarına gelen her durumun koşulsuz en önemli öncelik olarak, kendi sessiz sedasız dünyamıza izinsiz ittirildiği kaotik bir hengamenin mimarları. “Başkalarına İlham Vermeyen Ama Kendilerini Öyle Zannedenler Kulübü”nün üyeleri. Hayatla ilişkileri, “aldım, verdim” üzerine kurulu hatta çoğunlukla, sunmadan almak gayesi ile hesap yapan, müflis tüccarlar.
Yakın ya da uzak çemberlerinde kim varsa müritleri zannettikleri iflah olmaz aymazlar. Hep beğenilecekler, yetmez; çetele tutacaklar, kim ilgi göstermiş, kim eksiksiz her adımlarını takip etmiş, kim alkışlamış, kim aramış, kim sormuş. Mutlak bir zorunluluk gibi her eylemlerinin, her çığırtkanlıklarının kutsanmasını bekleyenler.
Sizden tepki alamadıklarında ise empati kurmak, kaygılanmak, hayatınıza dokunmak yerine kendilerini koşulsuz geri çekenler. Halinizi, derdinizi sormayalar. Komşulukları da, arkadaşlıkları da, tanışıklıkları da böyledir bu ticaret erbabının. Taa ki siz tekrar bir gayret onların kibirlerini görmezden gelip, gönlü yerde bir hatırşinaslık ile sanki kabahatliymişsiniz gibi bıktıran beğenmişliklerini tekrar besleyene kadar.
İşte fark ediyorum ki, geçen yılların sonunda, hayatımda mutlak bir sadeliğin arayışı içindeyim ne zamandır. Çokluğun içinde en yalın ve sahici olanlar bana sadece mutluluk verenler. Çarpıcı biçimde farkına varıyorum ki, hayatıma giren her insanı anlamaya çalışmak, hoşgörü ve empati göstermek kabulü ile kurmaya çalıştığım iç dengemde, yorulmuşum. Uzağındayım demek ki hala demlenmiş olgunluğun. Koşulsuz toleransın üst benlik gerektirdiğini ve bu erdeme sahip olmanın tekamül gerektirdiğini kabullenmeli. Kısacası, herkesi kendi tekrarında bırakmak ve yanımdakilerle akışın içinde nefes almak istiyorum, sessiz ve huzurlu.
Madem ki, ne kadar çaba göstersen de, özündeki hamlığı gideremeyeceğin, ruhani gelişimine etki edemeyeceğin, kalbinde karşılıksız sevgi barındırmayan insanlar yoruyor seni, geride bırakmayı başarabilmeli insan. Kendi iç huzurunun açtığı yolculukta yanında olanlarla tasasız yol almak ve sevgini, varoluşunda samimiyet, içtenlik, nezaket, hesapsız bir gerçeklik barındıran asil ruhlara dostluğunu sunmak, en değerlisi belki de… Her insan, öğretilerden edinebildiği kadar geçebilir kendi sınavından…