Umarsız

Umarsız

İstediğimde En uzağına gidebilmeliyim yakınların İstemezsem Dönmemeliyim En özlemle beklendiğimde İstediğimde Sevmemeliyim Seni, onu, diğerini Taşımadığımda ne olur sanki Ağırlığını sevginin zihnimde Avuçlarımdan dökülebilir gün ışığı Kime ne Ağarmadı gün diyebilmeliyim Duymazdan gelip rindleri, Nemli bir bahar sabahında İstemezsem Umursamamalıyım geçen ömrü Hercai harcanmış saysam yılları Hesabı kendime Ne olmuş yani Mecbur muyum Aynı güzele tapınmaya ve Tutsak mıyım Ümidin beslediği alaca geleceğe Ne yani Ben diye bildikleri İlle de ben olmalı mıyım Korkmalı mıyım unutmaktan En sevdiğim anıyı Bir bir çıkardıklarında maskelerini karşımda Duymak zorunda mıyım Sahte yakarışlarını Bağışlamalı mıyım Benim seçimim diye Samimiyetsiz zorbaları Ya da en güvenilmez...

Bana Soru Sormayın

Bana Soru Sormayın

“En kahreden soru nedir?” deseler, gidenin ardından “kaç yaşındaydı?” diye sorulmasıdır derim tereddütsüz. Babamı kaybetmem üzerinden geçen günler boyunca, bu soruya sayısız defa yanıt verdim. Benim babam kaç yaşında olabilir? 40 yaşında olabilir mi örneğin veya 50… Soranın, üzmek niyeti ile sormadığını biliyorum ancak içgüdüsel bir hesaplama isteği ile soruyor merak eden. Yani ne kadar yaşlıysa giden, o kadar hak ona ölüm diye bir muhasebe yapıyor. Muhtemelen bir sıralama yapıyor zihninde. Bildiği tüm diğer ölümlerle kıyaslıyor. Yaşlı olanları ölüm kucakladığında, ezberi bozulmuyor ve yaşanmış bir ömür, ölümü meşru kılıyor. Elbette ne kadar genç ise insan, o kadar uzun bir hayat...

Ekler

Ekler

“di” ekini sevmiyorum… Severdi, içi titrerdi, özlerdi, içten gülümserdi… Nasıl anlatmak istesem, ne demek istesem hep sonunda bir “di” eki. Damağıma yapışmış acı bir tat gibi lezzetini çalıyor içinde kıvrılmak istediğim anın. Ben bugünde mıhlanmak istiyorum ama di’ler savuruyor beni yaşanmış olan zamanlara. Sürüklüyor ille de anılara, fotoğraflara, sevdiği eşyalara, okuduğu kitaplara, yarım kalmış yazılara. “Beni çok sever” demek istiyorum ama öyle gaddar ki zihnimin bekçisi, kazıyor “di” ekini bugünüme, yarınıma…

Gidenin Ardından

Gidenin Ardından

Başka bir gözle dokunuyorum artık sevdiklerimin çevremde bıraktıkları izlere… Usulca ve alıcı gözle izliyorum onları yakınımdayken. Belki eskiden dikkatimi çekmeyen kimi sözleri; duymazdan geldiğim sitemleri, tembihleri; alışkanlıkları; mırıldandıkları şarkılar; sahiplendikleri; özlemleri; sevdikleri; yanlarından ayırmadıkları; bazen beni kızdıran, bazen ilgimi çekmeyen, bazen güldüren halleri; serzenişleri; ne varsa onlara dair tek tek kazıyorum hafızama. İz sürüyorum, topluyorum, depoluyorum birer birer benliğimde. “Bak bu an da önemli, bu söz de anlamlı, bu gülüşü kalbinde duy, çalakalem dinleme kulak ver sana her seslenildiğinde” diye telkin ediyorum kendime. Ceylan ürkekliği ile yaşar oldum. Avuçlarından kayıp gidebilirmiş yaşamı insanın sevdiklerinin, anladım. Artık hiçbir paylaşımı olağan, olabilir...

Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş

Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş

Bunca yıldır kitap okurum (ki, best seller kitaplara aldırmazlığım ile de kendimi payelendirmişimdir; buna “Gri’nin 50 Tonu”da dahil), gerçekten belki de ilk defa bir kitabı okurken bu kadar zorlanıp, yarıda bırakmaya durmaksızın niyetlenip, yine de bulduğum her boşlukta okumak için can attığım bir durum karmaşası yaşıyorum. Orhan Pamuk kitaplarının yaşattığı o hezeyandan bahsetmiyorum. Bunda, detaylı tasvirleri besleyen derin bir felsefe, bir o kadar saklı bir alaycılık, bozguna uğratılamaz bir tutarlılık, yazarın okuyucuyu satırların içine çekmek için sarf ettiği en küçük bir gayretinin olmamasına karşılık, okuyucunun romanı bitirmeden elinden bırakamayacağını mutlak gerçeklik saydığı müthiş kışkırtıcı bir sabır denemesi ile yüzleşiyor okur....

Hafiflemek İçin Küçük Tüyolar

Hafiflemek İçin Küçük Tüyolar

Her şeyin üzerine geldiği anlar olur; zihninde, ruhunda ağırlık yaratan… İşte öyle zamanlarda, pencereleri sonuna kadar açmanın ve sana tutunmaya çalışan toz zerreciklerini gökyüzüne savurup, evrenin boşluğuna düşmelerini izlemenin zamanı gelmiş demektir. Önce eşyalarından başla mesela. Şöyle bir bak etrafına, yokla zulalarını. “Gün gelir gerekir” diyerek yıllardır atamadığın o kadife çikolata kutuları, fiyonklar, kavanozlar, ıvırlar, zıvırlar var mı? “Ben biriktirmem!” deme. Biriktirdiğini biliyorum. Acil, kurtul onlardan. Yaşadığın eve alıcı gözle bir bak. Nefes alabiliyor musun içinde. Mutluluk veriyor mu sana. Ferah bir nefes gibi sarıyor mu seni? Yığın yığın eşya ile mi doldurmuşsun yoksa. Peki seni boğmuyor mu bütün bu...

Tesir

Tesir

Fesleğen kokulu nefesiyle ruhuma üfledi. “Biliyorum acı çekiyorsun ama yeniden başlamak kışkırtıcıdır” dedi; sahiciydi…

YALIN

YALIN

Hafif bir rüzgar esiyor; kim bilir belki de meltemdir esen. Saksıda fesleğen, avuçlarımda içime çektiğim kokusu. Sanki uzağıma düşse saksı ve esmese rüzgar, bitecek bir düş kadar naif gerçekliği…