Her şeyin üzerine geldiği anlar olur; zihninde, ruhunda ağırlık yaratan… İşte öyle zamanlarda, pencereleri sonuna kadar açmanın ve sana tutunmaya çalışan toz zerreciklerini gökyüzüne savurup, evrenin boşluğuna düşmelerini izlemenin zamanı gelmiş demektir. Önce eşyalarından başla mesela. Şöyle bir bak etrafına, yokla zulalarını. “Gün gelir gerekir” diyerek yıllardır atamadığın o kadife çikolata kutuları, fiyonklar, kavanozlar, ıvırlar, zıvırlar var mı? “Ben biriktirmem!” deme. Biriktirdiğini biliyorum. Acil, kurtul onlardan.
Yaşadığın eve alıcı gözle bir bak. Nefes alabiliyor musun içinde. Mutluluk veriyor mu sana. Ferah bir nefes gibi sarıyor mu seni? Yığın yığın eşya ile mi doldurmuşsun yoksa. Peki seni boğmuyor mu bütün bu fazlalıklar, fazladan eşyalar… Hediye geldi ya da anısı var diye oraya buraya serpiştirilmiş, seni anlatmayan çerçeveler, vazolar, irili ufaklı zevksizlik sınırında objeler. Orada, burada yayılmış “okurum” diye atmadığın günü geçmiş gazeteler, dergiler. Peki ya çekmecelerin. Açtığında leylak kokusu sarıyor mu seni. Tasnifli mi çamaşırların, takıların, saatlerin, kol düğmelerin. Ya gardırobun mesela. Bir göz at bakalım. Şöyle kapağını açtığında, üst üste sıkışmış mı duruyor giysilerin. Birini giymek için onunu askıdan indirmen mi gerekiyor, bulabilmek için aradığını. Ne zamandır giymediğin ama ihtiyacı olana da vermediğin etekler, gömlekler, modası geçmiş kravatlar. Diyebilir misin ki, kullanıyorum ben hepsini. “Askıda renklerine göre dizili giysilerim, pırıl pırıl, hep ütülü” diyebiliyorsan, öpüyorum seni o güzel alnından. Ama sen yine de bir emin ol derim.
Haydi ayakkabı dolabını anlat bana. Ama samimi ol. Her giymek istediğinde, istediğin pabuç gözünün önünde mi. Yoksa terliklerle karışmış, çoğu ters dönmüş, ayağından çıktığı gibi tozu ile atılmış, tıkış tıkış mı? Sakın bana imkan meselesi deme. Sakın daha büyük evler, daha büyük dolaplar olsa başarırdım deme. Bence dön iç dünyana bir bak. Orada ne kadar yalınsan, ne kadar rafineysen, hayatın da o kadar saf ve durudur emin ol. Bana gelecek olursak, minimalist oldum daima. Fazladan tek bir eşyam, tek bir giysim yoktur. Stoklamam. Pirinç bittiğinde, şeker bittiğinde yedeği bulunmaz. Geçen ömrünü yedekleyebiliyor musun ki, ihtiyaçlarını yedekleyebilesin.
Bu dediklerimi dene derim. Bak nasıl berrak, hafif, tertemiz bir duygu saracak benliğini ve baharın kokusu işleyecek, iliklerine. Öyle saf, öyle naif…