Her güvendiğimizde Bizi cezalandıran kim Her dokunduğumuzda Bizi ürküten kim Her sevdiğimizde Bizi vazgeçiren kim Her inandığımızda Bizi aldatan kim Tutunmuşken yaşamaya Hayattan alıkoyan kim
Sakınmak
Boğulduğum tünellerden geçiyorum Eller boğazımı sarıyor İt sürüsü kuşanmış zaman Haysiyetsizlikleri dibe vuruyor Ayaklarımın dibinde serilmiş kavgalar Haddini bilmez fırsatçı uşaklar Kimi acz içinde kibirli, küstah Kimi onurdan yoksun zavallı meddah Nefes almalıyım Bu kuyular bucaksız dar Mutluluk orada bak Vadi yeşil, gün doğumu al…
Ah be İbrahim
Ah be İbrahim, 1 Mayıs olmamalı senin bayramın. Sen 23 Nisan çocuğusun. Görmezler, ne büyük hayallerin… Sen benim canımsın, canımın en yaralı köşesisin; kocaman yürekli, coşkusu varlığından taşan, minicik elleri gökyüzünü boyayan, dev çocuk. Sen bizim görmezden geldiğimizsin; sen çemberimizin dışında kalansın; sen o en çok sevdiklerini, umutlarını, öykündüklerini haykırırken ve sen iliklerine kadar böylesine sahiciyken, bizim yok sayıp geçtiğimizsin. Yoksunluğunun ağır yükünü kavramadığımız, arkamızda bıraktığımızsın. Bugün hatırladığımız, yarın unutacak olduğumuzsun… Sen, özgür hayatlarımızı elimizden almak için ilkesizce her yolu deneyenlerin, sana uzanmadığımız için, ellerine düşecek olansın. Sen çocukluğunu yitirdikçe, berrak sevinçleri elinden alınacak olan; sen zihni yıkanacak olan; sen...
Sen Onurlu Yaşa Diye Öldü Nice Onurlu İnsan, Duyuyor musun
Hangi işçi, emekçi uğruna aklımızın erdiğinden, vicdanımızın hayatımıza hükmettiğinden beri sosyal demokrasiye ve ötesine inandık biz… Sömürü düzeninden neden böylesine nefret ettik ki, kapitalizme tapmak menfaatimize en uygun yol iken… Neden öldürdük biz kendimizi her ölen işçiyle madende, inşaatta, fabrikada. Neden kahrettik onlar açken bizim soframız bezenmiş diye. Ne eksikti ki hayatlarımızda, sömürülenlerin yoksunluğu bu kadar acıttı canımızı. Ne uğruna savunduk haklarını, neden satmadık devrimci ruhlarımızı, niye dönmedik davamızdan; hayatlarımızın konforuna bencilce tutunmak, ağzımızda gümüş kaşıkla doğmanın kibirini yaşamak varken. Bu farkındalık niye; diğerinde yok diye elinde olandan saklı bir mahcubiyet duymak niye; bu günah bizim değil iken. Ne derdimizeydi...
İncirli Ev
Bu anın içinde kalsam sonsuz İncir ağacının dalları salkım salkım yüzümde Gölgesinde yatışıyor çalkanan ruhum Hüznüm erişemeyeceğim yerde Bu mutluluk bana ağır Sahici değil ki, nasıl inanmalı Bu kedi, uyurken şefkatiyle bahçenin Bu paspas, allı güllü Değmemiş ki üzerine çamurlu ayak izleri Bu reçeller, hangi gidilmemiş cennetin meyveleri Kaosun sürgün ettiği bu sükunet Yaşadığım dünyadan değil ki Sadece anda bir hayal bu Ne gerçeklik Ne de bildiğim yaşam böyle değil Bu sonsuzluğu çağrıştıran his Özün kavuştuğu bu sevinç Kapılsam, edineceğim biliyorum Alışmamalı bu hafifliğe Bu neşe, tanıdığım keder değil…
Aldırma
İnsanlar sana kötü hissettirir Hissetme İnsanlar sana iyi hissettirir Kapılma Dostlukların olur Sarıl da bağlanma Düşmanların olur Tanı da korkma Ne sevmek için mecbur hisset kendini Ne itmek için hayatı öteye kendinden Bırak nasılsa öyle olsun be yek tanem Öperim seni o küskün yeşili gözlerinden
Korunak
Kimi zaman kendimi hayatın kendisinden koruduğum doğrudur. Bütün o ikircikli patikalarından, üzeri albenili boyalarla sıvanmış derin çatlaklarından, güvenip de uzanılan ellerin savurduğu girdaplardan, gülen suratların karanlık mahzeninden, barındırdığı ölümden, beslediği zulümden, yalandan, dolandan, sinsinin zehirinden kendimi kaçırdığım, kör kuyularda sakladığım doğrudur. Bilirim ki kimse bulamaz beni, ışığa kendim yürümedikçe. Pek çok insanın yakınımda olduğu, ne var ki pek azının mâbedimde yer bulduğu doğrudur. Delicesine bir tutkuyla bağlandığım, ölürcesine sevdiğim ama aynı coşkun kalbin içinde yer bulamayıp da, sökülüp atılmışların boşluğa yuvarlandıkları doğrudur. Pek çok defa aldandığım, yanıldığım, tuzla buz olduğum ama ne olursa olsun inatla yolumdan dönmediğim, bu uğurda bedeller...
- ÖNCEKİ YAZI
- 1
- …
- 13
- 14
- 15
- …
- 22
- SONRAKİ YAZI