Özgürce çiğnemek istiyorum yasakları Tadı geçmiş bir sakız gibi ağzımda Ve tükürmek sonra Çamurlu dehlizlerine Karanlık zihinlerin
Tozlanıyor Gözlerim, Baktıkça İştahlarına
Oturduğum sofraların, donatılmış mezelerin, içi sözde eşsiz lezzetlerle tıka basa dolu tabakların ya da jan janlı masalarda kristal kadehlerin yakın çekim resimlerini paylaşmam için beni vurmaları gerekir… Ben bahçeden toplanmış al kirazın, misafirlere hevesle hazırlanmış acemi işi pastanın, çiçekli örtüler üzerinde ikram edilen ve eşsiz aile saadeti ile etrafında toplanılmış sıcak poğaçaların, ya da dost meclisinde şerefe kaldırılan kupaların, resimlerden taşan masumiyetinden bahsetmiyorum. Sahici samimiyeti kucaklayabilecek kadar öngörü, kalbimizde demlenerek yerini buldu, ömrümüzün vardığımız dönemecinde. (Ki ne kadar uğraşsak da öyle ham ki özümüz)… İşte bu doğal refleks ile dolaylı, dolaysız imalarla sergilenen gösterişin her türlüsünü reddettiğim gibi, zihnimize körlemesine...
Cin olmadan adam çarpmaya çalışanlara, dans rehberi
Beni dansa davet edenin, dans etmeyi bilmesi yetmez. Arjantin Tangosu bilmesi gerekir; hatta Latin danslarının tüm tarihçesini bilmesi gerekir ki Bolero’nun, Ça Ça’dan farkını anlayabilsin mesela. Ya da Salsa’nın diğerlerinden ne başkalığı var, özümseyebilsin. Hangisi salon dansı, hangisi halk dansı, gözü kapalı ayırt edebilmeli ki, ben birinden diğerine süzülürken, elleri boş kalmasın müziğin ortasında. Hem zordur karşımda kıvırırken, adımlarımı sayması, ahengime uyması. Tango, akıl ve duygu ilişkisi gerektirir ve bu ikisi arasında kusursuz bir koordinasyon. Demek istediğim, felsefesi vardır dansın; dolanır ayaklar birbirine, akışa karışmazsa ruh… Hayatı boyunca kendisini ve yeteneklerini geliştirebilmek için azimle çalışmış olanların karşısına, kendi küçük dünyalarının,...
Ölüyorlar, Duyuyor musun
Yaman bir sızı Tam can evimde Kıvranıp da dokunamadığım Duyumsayıp da savamadığım Zehirli bir sancı fikirlerimde Durmaksızın bir ateş Çıplak ayak bastığım gecelerde Kapısına vardığım evlerde Düştüğü yeri yakan feryatlar Kimsenin işitmediği sözlerde Hangi cennette buluştu Yaşarken baharı tatmamış yiğitler Halaylarla uğurlanıp Kefenlere sarılmış dönenler Sorsam isimlerini bilir misin Mehmetçik deyip geçtiğin gölgeler Unutma minnetle Onlar, sen yaşa diye ölenler
Adı Olmaz Şehitlerin
Biz uzaklaştıkça umudun kıyısından Sahiller şenlendi Unuttular Görmez olduklarında Onlar şuursuzca sarılırken Sahteciliğine hayatlarının Biz sessizce ve vakur Göçtük ebedi doğuya
Ne sundun ki, ne bekliyorsun
İnsanlar tanıdım, mutsuz. Ne kadar gizleseler de hep mutsuz. İçlerinde büyüttükleri dikenli kaktüs kurumasın diye durmaksızın sularken gösterdikleri özeni, hayatları boyunca bir küçük karıncaya dahi göstermemiş olanlar tanıdım. Sevgiye hiç erememiş olanlar… Onlar, saklayamadıkları hınç, kalplerinden sözcüklerine, yargılarına, sözde arkadaşlıklarına, isyanlarına, itirazlarına, başlarına geleni sorgulama biçimlerine açık veya gizlice yansıyanlar. Kendi kurumuş dallarının ucunu çentikleyerek mızrak yapıp, diğerlerinin meyvelerle dolu dallarına uzanarak, ağacı silkelemeye çalışanlar onlar; yükseldikleri ayak uçlarında her seferinde sendeleyip düşenler. Başkalarının hayatlarını gıpta ederek sinsice izlerken, öykünürken, kıskançlıkla kendi kadersizliklerine isyan ederken, aslında tam da ilahi dengenin devrede olduğunu kavramaktan aciz olanlar… Ne acınası bir şuursuzluk. Ne...
Ne Çare
Hoşçakal dersin ve bitmez Ne zihninden uçar kokusu Ne avuçlarından arınır yokluğu Durmaksızın barınan bir özlem Gözlerini yumsan Hayallerde asılı buğusu Vazgeçmek istersin Buhar olmasını dilersin Nafile oysa Bağımlılığını kabullenmezsin Değdiğinde rüzgarına Tutunur canına Bağrına çivilenmiş hasret Dinmez ki bugünden yarına Her kaçışın Büyüyen ızdırabın Kabullen teslimiyetini Direnemezsin zulmüne aşkın Bırak, sürüp gitsin böylece Bu bağlanış, senin yazgın
- ÖNCEKİ YAZI
- 1
- …
- 14
- 15
- 16
- …
- 22
- SONRAKİ YAZI