Farkındalığın Hafifliği

Farkındalığın Hafifliği

Şu sıralar bir sürü şey okuyorum. Raflarımda kalmış, zamansızlık bahanesinin ardında unutulmuş, oysa hevesle aldığım kitaplar. Bir sürü söyleşi dinliyorum. İvmesi giderek artan olağandışı bir sebep arayışım ve özümseme ritüellerim var. Sırtlan gibi çevremizde gezinenlerin çiğ bir içgüdüden ibaret ilkelliğine karşın insanın kendini ve yaşamı keşif arayışında ışık tutan aydınlar, filozoflar, şairler, araştırmacılar… Kainata açılan kapıların ışıklı anahtarları ellerinde… Anlamaya çalışıyorum. Sadece kendi sesini dinleyenlerin kayboluşuna tanıklık ettikçe, kapıldıkları girdabın hiçliğinden uzak kalabildiğim sığınaklar tüm bu öğretiler. Farkındalığın derinleştikçe, hayatın özüne inebilmenin ne büyük bir sabır barındıran, acelesiz bir yolculuk olduğunu idrak etmek. Bu erdeme yaklaşabilenlerin bir nebze dahi yakınında...

Giderek Uzaklaştıklarım…

Giderek Uzaklaştıklarım…

Kendilerini hayatın merkezinde gören insanlar tanıdım. Tüm gezegenlerin kendi etraflarında döndüğüne inanan, gülünesi bir şuur yoksunluğu ile yaşayan insanlar. Taşkın bir bencillikle bulundukları her mecrada kendilerini empoze ederek, başkalarının yaşamlarına iltica eden, hayatlarını gözümüze bir perde gibi indiren, durmaksızın ilgi ve övgü bekleyen, başkalarının gözünden kendilerine bakma farkındalığı taşımayan, kendilerini renkli zanneden oysa ne de soluk silüetler. Dünya yıkılsa onların mutluluğunun, onların tasalarının, onların fikirlerinin, onların başlarına gelen her durumun koşulsuz en önemli öncelik olarak, kendi sessiz sedasız dünyamıza izinsiz ittirildiği kaotik bir hengamenin mimarları. “Başkalarına İlham Vermeyen Ama Kendilerini Öyle Zannedenler Kulübü”nün üyeleri. Hayatla ilişkileri, “aldım, verdim” üzerine kurulu...

Yaşadın mı kendin için bir defa bile…

Yaşadın mı kendin için bir defa bile…

Biliyorum, sen de hayatını o birilerine adayanlardansın. Kalbinde, çapası kuyulara atılmış bir yük vapuru tüm ağırlığı ile mıhlanmış, paslanıyor… Gözlerinde kederli grisine güneş değmemiş ince bir sızı, mavisi özgür bir çıkış arıyor. Zihninde yinelenen açmazlar, seni balçıklı dehlizlere çekiyor. Nafile bir umutla çabaladıkça, sen de hayatının çaresizce gerisinde kalansın, biliyorum…  Geçit vermiyorsun, sisli bir göğün ardına gizlediğin hayallerine, sıcak bir yaz gecesi gibi seni sarmaya öykünen özlemlerine, sadece sen ve evren varmışçasına hür olabilme haline… Nefes alamadığında, seni boğan kendi ellerin, bilmiyorsun… Düşündün mü hiç neden böylesin? Neden kendini bu karşılıksız adamışlığın? Çok sevdiğin için mi; kendi seçimin olduğu için...

Anneme;

Anneme;

Herkese merhaba, Bir fikir olarak, kendimce, insan aklı, kum tanelerinden oluşur. Gerçek olmayan bir hacim yönetir seni. Aralarındaki boşlukları farketmek kişinin kendisine kalmış, ‘gerçek’ arayışının tutkusuyla orantılı. Bu aradaki boşlukları doldurabildiğin kadar, gerçek bir hacime ulaşır aklın. Bir yerde bıraktığın yansımalar veya kurduğun iletişimlerde, karşındaki özne ile kesişmenin büyüklüğü, aklının hacmi kadar değil, özkütlesi kadardır. Birim hacim başına düşen kum tanesi kadar yani gerçek sen kadar. Çünkü senin farketmediğin boşlukların aslında çıplak gözle bile çok belirgindir ve içinde senin dışında kalan sana ait olmayan çok şey barındırır ve bu farkedilir. Bu boşlukların üstünü örterek değil de boşlukları birbirine yakınlaştırarak, insanın...

“SİYAH KUĞU” – 3. BÖLÜM

“SİYAH KUĞU” – 3. BÖLÜM

KISA GİRİŞ: “Bizimki yaralı bir aşk hikayesi” dedi. Sesinde, kim bilir ne zamandır içinde gizlendiği yosunla örselenmiş kabuğu yararak, başını gökyüzüne kaldırmaya hazırlanan, taze bir umudun yankısı vardı. O umut, şimdi beni de sarmıştı… Karanlığın siyahına alışmış gözleri, güneşe ilk defa çevrildiğinde kamaşırsa eğer, kör olmadan önce göreceği son insan benmişim gibi baktı yüzüme. Varlığımın değerini taçlandıran bu tanıdık yabancıya, şimdi ezeli bir şefkat duyuyordum… Devamı 5 Nisan’da…

“SİYAH KUĞU” – 2. BÖLÜM

“SİYAH KUĞU” – 2. BÖLÜM

Uçağım anons edilince ayaklandım. Benimle birlikte malum yan masadaki grup da hareketlendi. Demek ki aynı uçakta olacaktık. Can sıkıntım arttı. “Umarım birinden biri ile yan yana oturmam” diye geçirdim içimden. Çekim alanımı biliyordum; bu alengirli meseleler nasılsa bulurdu beni. Tanışma ihtimalinin, kaçındığım telaşına kapıldım. Yolculuklarda, tanımadığım insanlarla tanışma hevesi, oldum olası gelişmemiştir bende. Aslında itiraf etmeliyim ki, görünen sosyal ve girişken yönlerime karşın, iç dünyamda hızlı sıkılan, belki de burcumun sebep olduğu astrolojik deformasyon ile karşımdakinin saklı gerçeğinin peşine düşen, bulduğum ipuçları bana keyif vermemişse, ıssızca uzaklaşan biriyimdir. Sezgilerime güvenirim. Yapay olan, samimiyet barındırmayan hiç bir insan davranışından haz etmem....