Beni dansa davet edenin, dans etmeyi bilmesi yetmez. Arjantin Tangosu bilmesi gerekir; hatta Latin danslarının tüm tarihçesini bilmesi gerekir ki Bolero’nun, Ça Ça’dan farkını anlayabilsin mesela. Ya da Salsa’nın diğerlerinden ne başkalığı var, özümseyebilsin. Hangisi salon dansı, hangisi halk dansı, gözü kapalı ayırt edebilmeli ki, ben birinden diğerine süzülürken, elleri boş kalmasın müziğin ortasında. Hem zordur karşımda kıvırırken, adımlarımı sayması, ahengime uyması. Tango, akıl ve duygu ilişkisi gerektirir ve bu ikisi arasında kusursuz bir koordinasyon. Demek istediğim, felsefesi vardır dansın; dolanır ayaklar birbirine, akışa karışmazsa ruh…
Hayatı boyunca kendisini ve yeteneklerini geliştirebilmek için azimle çalışmış olanların karşısına, kendi küçük dünyalarının, kurnaz adımları ile çıkanlar, müziğin ritmini duyamazlar. Oysa ritmi hissedebilenlerde, sağduyu vardır; kendileri ve çevreleri ile uyumları, gözalıcıdır; nezaketleri ve içsel bütünlükleri zorlamasızdır. Kendilerini bilmeyenler, ömür boyu ayak oyunları ile sahne almaya çalışırken, gerçek dansın zerafeti karşısında ezilip dururlar.
E hal böyle olunca, yetmez sadece üç beş çakal adım öğrenip, karşısına geçmek, özü kavramış olanların. Bilmelidir insan, kiminle dans ettiğini. Bilmelidir ki, kendisine saygın bir yer edinebilsin, bilenlerin arasında…