Bazen birilerini seversin. Gerçekten seversin ama… Göz ucuyla takip edersin. Usulca, naif. Aralarda bir telaş peşlerine düşersin; Oradalar mı diye. O güvenli uzaklıkta duruyorlar mı diye. Oysa o birilerinin böylesi sevildiklerini bilmeleri mümkün değildir. Neden mi? Bir tanışıklık bile yoktur çünkü aslında veya bir kesişme ihtimali bile bulunmaz, uzak gelecekte dahi. Ya da bilirsin birbirini de, kapanmaz mesafeler vardır arada. Böylece sürüp gideceği, kaçınamayacağın gerçeğindir. Kabullenişindir.
Düşünürsün o halde; neden sevdiğine sebepler bulmaya çalışırsın. Tanışmadığın veya pek az tanıdığın ya da hemen hiç yakınında bulamayıp da kimi zaman karşılaştığında dakikaları bile bulmayan kısacık sohbetlerde, o birileri sana kendilerini nasıl anlatmış olabilirler, çözemezsin. Bazen ilgi bekleyip, göremediğin zamanlar olur. Kendince gücenirsin de hatta. Sonra gülersin bu gelin güvey haline. Hadsizliğine kızarsın. Derken, bulursun sebebi. O birilerinin bu dünyadaki varlığını, var oluşlarını sevdiğini kavrarsın. Nefes almalarını, bir biçimde hayatının içinde olmalarını sevdiğini özümsersin.
Böyle işte. Bir dengesi vardır hayatının, kim oldukları senin zihninde kayıtlıdır sadece. Ne sen açık edersin adlarını ne de onlar bilebilir böyle önemsendiklerini. Sırları arasına karışırlar hayatının, ıssızca…