Gidesim var, mıhlanmış gibi suskunluğa… Tüm sözcükleri bırakıp ardımda, ne uzaklara ne de yakınlara, bilinmez sahipsiz topraklara… İlk defa ben iz bıraksam ayak bastıkça ve izlerim silinse attığım her yeni adımda. Başım göğe değse ve avuçlarım nehirlere; gündüzler yıldızlarla kuşansa ve geceler lavantalarla…
Öyle dingin olsam ki, tomurcukların açtığını duyabilsem ve sesi çınlasa kulaklarımda, dönüşen kelebeğin kozalağında… İçimden taşsa sevincim ve coşsa mor salkımları ağaçların, güneş yakmasa ve üşümesem gecelerin ayazında… Bilseler nerede olduğumu ama bildikleri yere varılmasa; varsalar olduğum yere ama benden bir delalet bulunmasa…
Öyle gitmiş olsam ki, demlense dönüşlerim dinmez hasretlerin barınağında. Unutarak özlesem avutan seherleri ve unuttukça özlesem alaca sabahları… Eşsiz yolculuğuna bürünsem ömrümün ve varlığımı çeksem içime yeni doğmuşcasına. Çok sevdiklerim fikrimde, yürüsem alabildiğine, yollar bezeli olsa nar çiçekleri ile…
Olamadığı kadar özgür olsa ruhum; tılsımlı ışıklarla bezenmiş, dans etse çevremde. Baktığımda yeşile bürünmüş olsa akşam üzerleri ve sonra ay damlasa nehirlere. Dizginlenemese mutluluğum, huzurum evreni kaplasa. Yaşamak öyle yağsa ki üzerime, hüzün uğramaktan utansa…