Author: İlkşen (İlkşen Çetintaş)

Home / İlkşen
Algıda Seçicilik
Yazı

Algıda Seçicilik

Türkiye’de, cinsiyetler arasında fırsat eşitsizliği uçurumunun kapatılmasında ve cinsiyetçi her türlü bakış açısı, söylem ve yönelimin sonlandırılmasında, hepimizin yapabilecekleri var. Bu bilince ve inanca sahip bir birey olmak dahi, içinde yaşadığımız topluma tarifsiz bir katkı. Bu yönde sürdürülebilir sosyal sorumluluk çalışmalarının içinde doğrudan yer alma olanağınız olmayabilir ancak kendi sosyal çevrenizde, farkındalığınız ile dikkat çekebilir ve bir çekim alanı yaratabilirsiniz. Kim bilir belki gün gelecek, kadın/erkek ayrışması ve din, dil, ırk, sağlıklı, engelli, cinsel tercihler ayrımcılığı yapılmadan, statüsüz bir bütünden ve bu bütünün toplamına sunulan haklardan bahsedebileceğiz. 

Bu bilinci geliştirebilmek o kadar önemli ki. Bir biçimde yakınınızda veya erişebileceğiniz etki alanınızda olan insanları bu gözle değerlendirmeye başladığınızda ve bu konuda giderek daha keskin bir farkındalık geliştirdiğinizde, pek çoğunun, hatta sözde eğitimli ve aydın olanların dahi, nasıl da ayrımcı bir zihniyete sahip olduklarını, içiniz sızlayarak ve içten içe duyduğunuz bir öfke ile gözlemliyorsunuz. 

Sıradan görünen ama aslında kadının obje edildiği fıkraların, karikatürlerin, fiziksel özelliklerinin ön plana çıkarıldığı fotoğrafların, reklamların; kadını sadece mutfakta iş yaparken duyulan tabak çanak sesleri ile özdeşleştiren sözde duygusal bağlaçların; sözüm ona kadının kutsal varlığına ithaf edilmiş kimi cinsiyetçi şiirlerin; gerçekte önemli bir istismarın parçası olduğunun bilincinde olmak önemli. 

Çevrenizdeki insanların söylemlerine kulak kesilin. Kadın bedeni ve cinsiyeti üzerinden örneklerle, esprilerle iletişim kuran; sosyal medyada, whatsapp gruplarında kadın fotoğrafları ve kadının aklını sorgulayan sözde şaka ağırlıklı paylaşımlarda bulunan; çıplak erkek fotoğraflarını ya da karikatürlerini veya yakışıksız fıkraları, “bak kendimizi de teşhir ediyoruz” manipülasyonu ile aslında o ortamda bulunan kadınların rahatsız olmasından zevk alarak pazarlayan; kadının toplumdaki rolünü cinsiyetçi önyargılarla kalıpların içine sıkıştıran; kadının hangi domestik işlere uygun olup hangi işlerde çalışamayacağını, kırılmaz önyargılarla savunan insanlardan birine dahi, inatçı bir kararlılıkla, istismara hizmet ettiğini anlatabilirseniz, tek kişilik bir STK gibi davranmış olursunuz. 

Eskiden böyle insanlara karşı büyük bir antipati ve kızgınlık duyar, fersah fersah uzaklarında dururdum. Sosyal medyada vs. anında arkadaşlıktan çıkarırdım. Ama uzun zamandır, bunlarla bireysel olarak da mücadele edilebileceğinin sorumluluğunu taşıyorum. “Ne kadar etkili olabilirim ki?” demiyorum. Kurumsal ve STK gönüllüsü rollerimin dışında, yazarak ulaşabiliyorsam yazarak, konuşarak ulaşabiliyorsam konuşarak, bir değişimin mutlak parçası olmaya çalışıyorum.

Kadının eline evlilik cüzdanını verirken, kaç çocuk yapacağını dikte ettirmekte, kadının bedeni üzerinde tahakküm kurmanın, bin bir yolundan biridir. Öyle sayısız örneği var ki… Kadınlarla iletişim kurarken, sözde bir candan tavır ile sırtlarına dokunan, beline sarılma cür’etini ve sırnaşıklığını gösteren erkeklerden değilseniz örneğin, bunu yapan hemcinslerinizi uyarın. Bunun bir kadın açısından rahatsızlık duyulan ve aslında temelinde tacizin bir biçimi olduğunu; hiçbir kadına, onun yakınlığı ve istemi olmadan dokunulamayacağını anlatın. Ya da metroda veya otobüste, bacaklarını yayarak oturup, yanındaki kadını sıkıştıran, karşısında oturan kadına, muhtemelen iktidarsızlığını baskılamak için güç gösterisi yapan kaba ve saklı sapıkları uyarın; bu şekilde yayılan bir erkeği görmezden gelmeyin. Neden ille de mağdurun feveran etmesi bekleniyor?

Sözüm sadece erkeklere değil ki; kendi kızını ya da yakınını dünyadaki her olumsuz dış etkiden korumaya çalışan ve pamuklara sarıp saklayan bir anne, bir teyze, bir kardeş iseniz, başkalarının kızlarına da aynı naiflikle yaklaşın; bir başka annenin evladının namus bekçisi olmayın, yargılamayın, yaşı küçük ama ruj sürmüş diye, mini etek giymiş diye, saçını maviye boyamış diye, sosyal medyada popülist bir çığırtkanlıkla, bir kız çocuğunu linç ettiğinizde, toplumumuzda erkeklerin zaten çoğunlukla var olan cinsiyetçi bakış açılarını nasıl da yayarak meşrulaştırdığınızı; kadını ötekileştiren erkeklerden farkınız kalmadığını idrak edin. Yorum yaparken, bir yargıya varırken, vicdana uygunluğa dikkat etmek bu kadar zor mu…

Sen de yaz, sen de anlat, sen de bir STK’da görev al ya da ne bileyim kendine bir kardeş okul edin, git orada gönüllü roller üstlen, katkını öner. Bir başına da olsan gayret et. Belki sen de karaya vurmuş ya da vurmak üzere olan bir deniz yıldızına can verebilirsin. Ya da o deniz yıldızını kurumaya mahkum eden sığ bir zihniyeti aydınlatabilirsin… Kim bilir, belki…

O iyi insanların hepsi, o güzel atlara binip gitmediler
Yazı

O iyi insanların hepsi, o güzel atlara binip gitmediler

Hayatımda iyi insanlar oldu, çok iyi insanlar. Bu iyi insanların karşıma çıkma evrelerini üçe ayırabilirim.

İlk evre, bildiğim tüm iyilerin kümelendiği çocukluğum; ki bunlar zaten aile büyükleri idi ve sevgileri ile varlığımı koruyan cennet hazini idiler. Bir de elbette çocukluk arkadaşlarım bu kümenin içindeydi ve hepimiz o kadar küçüktük ki, masumiyetin çemberinde iyilikten başka bir gerçeğimiz yoktu. En büyük hayal kırıklığımızın, yakan top oynarken yanmak ve saklanırken sobelenmek olduğu yıllardı.

Sonra gençliğimde hayatıma giren iyilerle bezendim. Üniversite yılları; çoğunlukla liseden devam eden ve üniversitede edinilen arkadaşlıklarla büyüyen gençlik çevresi. Masumiyetin hala daha yaygın olduğu ancak artık mutlak egemen olmadığı zamanlardı. Aklımız, sömüren ile sömürüleni kavramaya yetiyordu. Çoğunluğumuzun hayat şiarımız, meselelere bakış açımız ortaktı. Haliyle ODTÜ idi burası. Yaşayabilir miydi aramızda vatanperver olmayan. Ruhumuz devrimci, defterlerimizde Nazım’ın şiirleri. Ağaçlarımız katledilmemiş; Cumhuriyet ilelebet payidar. Atatürk ve Cumhuriyet’e bağlılığın dışında bir nefes alma biçimi olabilir miydi? Gençlik başımızda dumandı ama birbirimize ders çalışmaya gitmek için dahi ailelerimizin arkadaşlarımızı mutlaka tanıması gerekirdi. Cep telefonu ne demekti! Bir yere buluşarak gideceksek ve birimiz gecikmişse hepimiz birden bıkmadan beklerdik gecikeni, geldiğinde bizi bulsun diye kararlaştırdığımız yerde. Böyleydi bağlılığımız birbirimize ama yine de içlerinden birileri çok daha yakın, çok daha dost, çok daha iyilik doluydu, candı.

Sonra mezuniyet ve iş hayatı. İş hayatı bambaşka bir sosyal çevre ve ağır bir kütle olarak yaşantıma girdi. Birçoğu ile ortak bir geçmiş yoktu, alışkanlıkların aksine. Kendi seçtiğin değil, sistemin içinde yer almandan dolayı mecburiyetlerin yolunu kesiştirdiği insanlar. Artık iyilik yaygın olmadığı gibi, olabildiğince seyrekti. Rekabetin, çıkar ilişkilerinin, başarılı olanı çekememe düzenbazlığının sınırları çizdiği, “diğeri önüme geçer mi” hesabı ile çelme takanların giderek dünyanda iyilerden çok daha fazla yer kapladığı zamanların başlangıcıydı.

Olanı biteni anlamaya çalışırken; durumu o güne kadar aldığın terbiye, yetiştirilme tarzın, geldiğin korunaklı geçmiş, masum geçen çocukluk, hak, hukuk, sosyal adalet inancı ekseninde geçmiş gençlik yıllarında edindiğin ve bildiğin doğrularla idare etmeye çalışırken ve herkesin güvenilmeye değer ve layık olduğunu öncelikli ilke kabul ederek ilişkilerini kurarken; sayısız defa yanıldığın, hakkının yenmesi ile sarsıldığın, zayıf olanı öğüten çark ile tanıştığın ilk zamanlar ve ardından gelen tüm o yıllar…

Görevlerin ve yetkilerin arttıkça atladığın eşikte karşına çıkan insanların bilenmiş, dişlenmiş, belli güç odaklarına biat ederek bir yerlere gelip pozisyon kapmış, tamamen güvenilmez kimseler oldukları ve it sürüsü gibi cirit attıkları evre. Buna rağmen, bütün bu yapay ortamlar içinde, hiç bozulmamış ve kimliğini korumuş olanlarla birbirinin çekim alanı içine girmen. İş arkadaşı olarak başlayıp, müthiş bir dostluğa dönüşen ilişkiler. Bunlar arasında varlığından tamamen güç aldığım ve ilişkimiz daima bir mesafe ölçütünde kalmış olsa da, manevi varlığının değeri tarifsiz olan insanlar da oldu. Bu insanlar biliyorum ki her zaman ve koşulsuz olarak beni gözettiler, sakındılar ve zararın bana değmesine fırsat vermeden önünde bir aşılmaz duvar oldular. Bu duvarlara çarpanlar, bir daha can bulmadı. Bu onurlu ve iyiyi kötüden, sahiciyi sahte olandan ayırt etme muhakemesine ve vicdanına sahip olanların da hayatımdaki yeri başkadır ve öyle kalacaktır.

İşte çocuklukta çoğunluk olarak başlayıp giderek azınlığa dönüşen bu iyi insanlar, hayatımı şekillendirmemde, ne olursa olsun dostluğa olan inancımı kaybetmememde, insanlarla yeni bir ilişkiye başlarken güvenmemek esasının insanı koruduğunu çoktan kavramış olmama rağmen yine de birilerinin daima güvenilir kaldığına şahitlik etmemde, rehber oldular.

Bu iyi insanların bir kısmı, muhtemelen şu an bu yazıyı okuyor. Bazılarını artık eski sıklıkta göremiyorum. Bazıları ile yıllar var, bir araya gelemiyorum. Bazılarının hayatını, ben yakınlarından ayrılınca başkaları doldurdu, benim de hayatımı başkalarının doldurduğu gibi; ama biliyorum ki, yerimi alamadılar, onların da yeri dolmadığı gibi. Bazıları ile uzaklığın getirdiği alınganlıklar oldu, sitemler özlemdendi. Bazıları ise onları ne kadar çok sevdiğimi ve belki de artık tamamen kopmuş olsak da, yaşadığım sürece kalbimde taşıyacağımı hiç bilmediler.

Bu satırları okuyan, hayatıma giren ve bana daima iyiliğin sihirli değneği ile dokunmuş olanlar kendilerini bilir çünkü saf iyilik, barındığı insanı aydınlatır. Onlara dostlukları ve içtenlikleri için minnettarım. Hayat her birimiz için başka rotalar çizmiş olsa da, yolculuğun bir bölümü bu iyi insanlarla birlikte geçti. Ben biliyorum ki, araya giren zamana rağmen, o güzel atlara binen o iyi insanlar, aslında hiç gitmediler. Ne zaman insanın piçine kalsam, çağırdığımda duyacaklar ve dört nala koşup şahlanacaklardır; beni aynı iyilikle sarmalamak için…

Sessiz Veda
Yazı

Sessiz Veda

Gözlerin aradığında göremezsen eğer, bilirsin ki sessiz bir vedadır yokluğu. İçinde ıssız yarınlar barındırır ve söylenmemiş türküler…

Bir ben var, benden içeri
Yazı

Bir ben var, benden içeri

Kimi zaman filmlerdeki iyi karakterler ya da kötüyü betimleyenler, rollerini o kadar inandırıcı oynarlar ki, giderek tekrarlayan benzerlikte roller üstlenmeleri beklenir ve artık bir diğeri olamazlar. Onları izleyenler ise, bu sahileşmiş oyuncuları, yarattıkları etkinin dışında bir kimlikle bütünleştiremezler.

Öyle sanıyorum ki, benim kendi üslubumca yazarlık denemelerim de, kendi özelim ile giderek özleştirilir oldu. Kaleme aldığım her durum, doğrudan yaşadıklarım ve hissettiklerim gibi kabul görmeye başladı. Zaman zaman beni arayan arkadaşlarımın, korumacı bir iyi niyetle, “her şey yolunda mı?” diye sormalarından anlıyorum, algının aldığı biçimi. Buna sevinmeli miyim? Bu kadar inandırıcı mıyım?

Yazarlık esas mesleğim olmadığına göre, kendimden tamamen bağımsız bir profesyonellikte yazmadığım bir gerçek; içinde mutlaka bana ait bir öz var, duygularım var, deneyimlerimin yoğurduğu bir sorgulama biçimim ve hayata dair bir felsefem var. Ancak kendi özeli ile ilgili pek az şey paylaşmayı tercih eden biri olarak, tamamen olan biteni yazdığımın düşünülmesi de epeyce yanıltıcı olmaz mı? Çekirdeğin etrafında ki örgü, kurguyu inanılır kılıyor.

Hüznü yazmak, beni daha az mutlu biri mi yapar?

Hayatın sıradanlığından bahsetmek, ömrümün renklerinden maviyi mi çalar? Yaşamın içindeki kaostan dem vurmak, beni daha az huzurlu mu yapar? İnsanların maskelerinin gerisindeki riyayı kavramak, dostlarımın güvenirliğini sorgulanabilir mi kılar? Uyumdan bahsetmek, beni daha az direnişçi mi yapar? İnatçı bir mücadeleyi anlatmak, beni daha az barışçıl mı yapar? Aşkın manasını irdelemek, beni daha az aşık mı yapar?

Epeydir devam eden bu durumun farkındayım gerçi ama doğan sonuç, istem dışı değil ki! Böyle değil midir esas gaye? Yani okuyucunun zannettiği yazar olmayı mümkün kılmak. Ne var ki bu yansımayı yaratabilmek, bilinir yazarlar için muhtemelen bir başarı kabul edilirken, benim gibi kendi özgür dünyasında birkaç satır karalayanlar için giderek kısıtlayıcı olmaya başlıyor. Yazdıklarımla, hayatımdan ipuçlarının peşine düşülüyor. Oysa ben sadece bir kesit sunuyorum. Bütünün onlarca başka kesiti de var. Hepsini anlattığım mı varsayılıyor?

Aslında kendi gerçeklik düzlemimde, benden müthiş bir optimizm ya da görüneni olduğu gibi kabullenme kolaycılığı beklemek, beni anlatmaz. İlişkilerimde içtenliğe, yapıcı ve olumlu tutuma ne kadar önem versem de, durumları ele alırken, girdileri birbiri ile ilişkilendirmeden, sonuca varmam. Yazdıklarımdan yansıyan didikleme ve kimi zaman ifadelerimdeki pesimizm de bundandır; ne var ki bütünüyle de beni tariflemez.

Bir köşe yazarı olsaydım elbette yazdıklarım bağlayıcı olabilirdi ama benimkiler düşsel ve herkesin kendi dünyasında başka öykülerde karşılık bulabilir. Bu nedenle kendi sayfamda daha az yazmayı tercih edip, yaşadıklarım ile birebir bütünleştirilmemek üzere ayrı bir mecrada, denemelerimi sürdürüyorum.

Ben elbette benim. Yazdıklarım içsel yansımamdır; ancak duygularımdan iz sürerek, her yazdığımdan bir manaya varılması, okuyucu için yorucu olur.

Demem o ki, yemeğin lezzeti benden, zihninize değen tadının keyfine varması, dilerseniz sizden. Hepsi bu…

İyilik
Yazı

İyilik

Havanın grisi boğmasın seni. Güneş kalbinde, sen sadece iyiliğin peşinden gittikçe. Bugün sevdiklerine öyle sarıl ki tarifsiz bir derinlikle, unuttur geri kalanını dünyanın; sunduğun sevgi, sonsuzluk olsun, yerinin biricik olduğu gönüllerde… Neyin önemi kalır ki, bu gerçekliğin ötesinde…

Sarkastik
Yazı

Sarkastik

Sebepsiz yere mutluyum
Umutluyum yarından nedensiz
Sanki her şey yeniden başlıyor
Kalbim bucaksız bir dehliz
Uzun bir yol var önümde
Kışkırtıcı, engelsiz
Adımlarıma naifçe değen
Yaşanası deneyimlerle döşenmiş

Çakıl taşları göz alıyor
Belli tek tek serpiştirilmiş
Öyle beyaz, öyle ışıklı
İnsanlığın eli değmemiş
Yaşanmaya hazır bir gelecek
Dünya var olamaz bensiz
De ki henüz başlıyor hayat
Ne yaşandığından habersiz

Öyle ki hatta
Asla yanıltmamış insanlar beni
Bir bebeğin alnı gibi ak kalpleri
Herkes tereddütsüz sevilesi
Aralarında yok hain
Aralarında yok erdemsiz
Kucaklamalı, bağrıma basarak
En masum görünenden başlayıp
Dünya biricik güzellikte
Havada leylak kokusu
Barış kapımızda, kaygılar nedensiz

Umut tek gerçeğim
Gerçekçilik mi o da ne
Aptalcasına optimizm tek felsefemiz

Tanrım koru beni
Durumun farkında olmayanlardan
Kendi sığınaklı dünyalarında
Sadece kendileri mutlu diye
Acıları yok sayanlardan
Bu kadar sürrealizm
Şiirlerde bile ağır yük
Ben iyiyim böyle
Kavrayabilmek en seçkin hediye
Gerçekler, umutlardan büyük…

Zordur Beni Yolumdan Çevirmek
Yazı

Zordur Beni Yolumdan Çevirmek

Çocukluğumda da böyleydim ben; inatçıydım. Dayatılan veya inanmadığım hiçbir durumu, kabullendiğimi hatırlamıyorum. İçgüdüsel olarak kendimi keşfetmiş olmalıyım daha çok küçük yaşlardan başlayarak. Sınıfta en çok kimi eziyorlarsa, o benim en iyi arkadaşım olurdu. Kim kibirle davransa en çok onu görmezden gelirdim, böbürlendiği şeylerin ona bir değer katmadığını anlaması için. Yabancılarla birlikte okuduğum bir okulda, sınıfta konuştuğum için İngiliz öğretmen beni sınıftan çıkarınca, koridorda beklemeyi reddettim. 7 yaşındaydım. Bir çocuğu arkadaşlarının yanında rencide etmenin yanlışını anlasınlar diye, üç ders boyunca okul bahçesinde saklandım. Okul yönetimi öyle büyük bir panik yaşadı ki beni bulamadıkları için, babamı aramak ve durumu anlatarak özür dilemek zorunda kaldılar. Bir çocuğu cezalandırarak değil yanlışını kavramasını sağlayarak öğretmeyi öğrendiler belki de böylece. Almanya’da okuduğum yıllarda, kasiyer önümdeki Türk emekçiyi küçümsemişse, Almanca bilmeme rağmen ısrarla Türkçe konuşurdum, kabul görmemenin ve iletişim kuramamanın zorluğunu O’da yaşayarak anlasın diye. İşçi, emekçi sınıfına içimin titremesi, sömürülmelerine isyanım, hor görülmelerine duyduğum öfke, henüz herhangi bir ideolojinin farkında olamayacak kadar küçük olduğum halde, bir bölümü Almanya’da geçen çocukluğum ve sonrasında gurbetçilerle yeniden yolumun kesiştiği ilk gençliğimde, şahit olduklarıma dayanır.

Bu amatör çabalarım, yıllar içinde yaşadıklarım ve gözlemlediklerim ile ustalık kazandı. Giderek ahlaklı ve ilkeli olmayan her durumu ve aralarındaki bağlantıyı, hızlı kavrama farkındalığını geliştirmemi sağladı ve elbette deli cesaretle karşısında durmamı. Kaybetmekten korkmamak, şiarımdı…

İş hayatımın ilk masum zamanlarından itibaren, çarkın nasıl döndüğünü, izleri sürerek öğrendim. Bir nevi, iz sürmeyi öğrendim diyebilirim. Bu sebeple, hiçbir güç odağına biat etmedim. Kişisel menfaatlere pek uygun ama tüm paydaşların zararına olan hiçbir istismarı, görmezlikten gelmedim. Durumu değiştirebilecek gücüm varsa, dünya karşımda dursa, etki alanımı daraltmadım. Yılmadım. Ancak bunu çözümsüz çatışmalarla değil, sağ duyu, farkındalık ve kararlılık ile yürütme gayretinde oldum. Kolay olmadı pek çok zaman. Asla yalan söylemedim. Bu tutarlılık, istisnasız yolumu açtı. Mutlak bir çözümsüzlüğün olduğu durumları zorlamanın ise, şuursuzluk olduğunu kavradım. “Ya Sev ya Terk Et” ise felsefe, ben zoraki sevmek yerine, varlığım ile bağdaşmayanı geride bırakarak, yol almaya devam etmeyi seçtim. Bu, kişisel ilişkilerimde de böyledir.

Tüm bunların ne ekonomik güçle ilgisi var ne de kendini vazgeçilmez zannetmekle. Tam aksine en kolay harcananlar, kendilerini en tekil zannedenlerdir. Bu, sadece inançla mücadele edebilme ruhu, azim, zorlukların üstesinden gelebilme adanmışlığı, mutlak adalet duygusu ve gücünü sadece ve sadece kendinden almakla ilgilidir. Kimseye yaslanarak medet ummamak, temel ilkedir. 

Bu uğurda kimilerine göre kayıplarım oldu. Benimse, zenginliğimdi. Yıllar içinde, karaktersiz insanların hangi ortak özellikleri taşıdıklarını ve hangi ortak yöntemleri kullandıklarını öğrendim. Kendileri gibi olanlarla nasıl güç birliği kurduklarını ve çamurda nasıl kök saldıklarını, ne kadar alçalabileceklerini gördüm. Sinsiydiler. İki yüzlüydüler. Artık onları, karanlıkta bile gözü kapalı tanır oldum. Buna rağmen çok defa güvendiğim ve yanıldığım da oldu. Yanılgılarımı, derslerim ve seçimlerim olarak kabullendim ama esaslı güvenimi kıran birine asla tekrar güvenmedim. Güvenimi kaybedenler, beraberinde katıksız bir dostu da kaybetmiş olduklarını kabullenmekte zorlandılar; yeniden kazanmaları da mümkün olmadı. Aralarında bir zamanlar çok sevdiklerim de oldu ama bu sevgi, güvensizliğin gölgesinde titrek bir mum ışığı gibi giderek tamamen söndü.

Çok sevdiklerimi hiç sevmemişçesine geride bırakabilme gücüne sahip olduğumu biliyorum. Bu beni özgür kılıyor. Değmemişse, değmemiştir. Büyütülecek bir mesele olmamalı. İnsanı en çok kalbi yanıltır; bu insani durumu özümsemeli. 

Pek azı dışında anlam yüklenmiş eşyalar biriktirmem, çiçek kurutmam, günlük tutmam. Bunların beni hantallaştırdığını ve düne mahkum ettiğini bilirim. Geçmişin solgun anıları ve vesveseleri ile yol alamam. Yüzleşebilmek gerek. Belki de çocukluğum ve gençliğim boyunca tek bir yere ait kalarak büyümediğim için, geçmişle takıntılı bir bağım olmadı hiç; geçmiş beni sadece geleceğe taşıyan bir köprü. Hepsi bu. Hayatın içinde hiçbir zaman sükunet ve huzur aramayacak kadar gerçeğin bilincindeyim. Yaşamın kendisi kaotik iken, içinde durağanlık aramak mümkün olabilir mi? Ama doğru yönetilebilir. Dingin kalarak yaşamayı kavramak önemli ama aptalca avuntularla değil, kendini kandırarak değil. Kendini olduğundan başka yansıtarak, bir etki alanı yarattığın yanılgısına düşerek değil. Sahici olabilmek en zor sınav. 

Aklıma esti yazdım. Bu an da, yarın dünde kalacak….

Bilemedik Bildik Olanı
Yazı

Bilemedik Bildik Olanı

Tekdüze olmalıydı aşkımız
Bildiklerimiz kadar sıradan
Sen elinde ekmek
Ben çorba karıştıran
Sevişmeler geceye sıkıştırılmış
Sabahında geceyi unutan
Akşam kucağında çiçekler
Renksiz ritüellerle aldanılan

Tatsız olmalıydı kavgalarımız
El değmiş ve ikircikli
Öfkelerimizden yoksun şiddetinde
Bucaksız hasretleri barındırmayan
Hep aynı limanlarda
Sığınaksız gemilere el sallayan

Bugün de öpmeliydim seni yarın da
Değişmez sıkıcılıkla
Gel’lerde filizlenip dallarım
Git’lerde ölmemeliydim
Onlar gibi sevmeliydik birbirimizi
Sahte huzurunda şahitlerin

Çılgınca bu biliyorum
Böylesi yormamalı aşk
Bitmeli uçurumlarda gezintilerim
Ellerin ellerimde yetinmeliyim
Öğütülmüş zaman dilimlerinde
Dingin olmalı çalkantılarımız
Bugün, yarın, daima seninim

Dur
Kapılıp, aldanma
Hiç olmadım ki kimsenin
Ben sonsuzluğa aitim
Varlığıma sığmazken ruhum
Ne sana aşkım biter
Ne senden vazgeçişlerim