Bilemedik Bildik Olanı

Bilemedik Bildik Olanı

Tekdüze olmalıydı aşkımız Bildiklerimiz kadar sıradan Sen elinde ekmek Ben çorba karıştıran Sevişmeler geceye sıkıştırılmış Sabahında geceyi unutan Akşam kucağında çiçekler Renksiz ritüellerle aldanılan Tatsız olmalıydı kavgalarımız El değmiş ve ikircikli Öfkelerimizden yoksun şiddetinde Bucaksız hasretleri barındırmayan Hep aynı limanlarda Sığınaksız gemilere el sallayan Bugün de öpmeliydim seni yarın da Değişmez sıkıcılıkla Gel’lerde filizlenip dallarım Git’lerde ölmemeliydim Onlar gibi sevmeliydik birbirimizi Sahte huzurunda şahitlerin Çılgınca bu biliyorum Böylesi yormamalı aşk Bitmeli uçurumlarda gezintilerim Ellerin ellerimde yetinmeliyim Öğütülmüş zaman dilimlerinde Dingin olmalı çalkantılarımız Bugün, yarın, daima seninim Dur Kapılıp, aldanma Hiç olmadım ki kimsenin Ben sonsuzluğa aitim Varlığıma sığmazken ruhum Ne...

Sendrom

Sendrom

Kentliye ne de yakışır, “sendrom şımarıklığı. Yeni bir haftaya uyandığında işi, gücü, geliri bir de sendromu vardır. Elinin altındaki konfor alanını iyice sağlama alıp, şöyle bir dudak büzer… Pazar akşamından başlamıştır, Pazartesi’ye sataşmaya. Oysa onun, ertesi günün tasasız aydınlığına burun kıvırdığı, “ne çabuk geçti hafta sonu” diye yakındığı tam da o dakikalarda, aklına dahi gelmez nice kadının aynı zaman diliminde tecavüze uğramakta olduğu, şiddetin en ağırına direnmeye çalışırken, çığlıklarını kimsenin duymadığı öldüren darbeler aldığı; kaçırılmış nice çocuğun tam o dakikalarda en ağır sapıkların tacizi ile ruhlarının çırpınarak ezildiği; aile içinde ensest kurbanı o masum yavrulara tam da o saniyelerde, karanlık...

Ölümün Kucağında

Ölümün Kucağında

Kabullenişin hükümranlığındayım Ne tuhaf En beklemediğim anda Dönüştü birden kavgalarım Yüzüme çarpıyor yanılgılarım Özüm tek sırdaşım Böyle uzlaşmazdım ben Bu sükunet neden Durdu mu yoksa nabız atışlarım Yaşam kumdan ıssız kale Sahici dostlarla vedalaşmalı mıyım Hızlı geçti ömür dedikleri Gizli tükenişimdi görmedikleri Yorgunum, hevesim yitik Demek ki artık bitti Ümitlerim yılgın Yaşamak delilikti

Dua

Dua

Hayata karşı duruşunda, “deneyimlediklerimden öğreniyorum” diyebildiğin sürece güçlüsün. Canının acısına kulak asma. Geçecek, sen büyüdükçe. Şimdi camları aç, içine derin, temiz bir nefes çek ve hayatın ne kadar yaşanmaya değer olduğunu ciğerlerinde hisset. Zamanın senin adına en adaletli biçimde çalıştığını ve sessiz tanıklığını duyumsa. Sakin ve huzurlu kal. Kendini çok sev. Tanrı’ya, seni her gün arındırdığı ve yanında sadece saf iyilik barındıranları muhafaza etme muhakemesi bağışladığı için şükret… 

Prangalıdır Aşk

Prangalıdır Aşk

Hangisinin sen… “Çok mu aşık, çok mu seven?”… “Birbirlerine çok aşıklar” denen çiftlerin aynı tornadan çıkmış kalıplar içine sıkışmışlıklarına içim acımıştır hep. Bir başına birey olamama hali ve diğerinde kendi yarısını aramak, kişinin acizliğidir. Aşkı, kendine benzer birini bulmuş olmakla tariflemek ise, en büyük kolaycılık. “Ruh eşimi buldum” diyenler, yaşamlarında yazık ki, sahici aşkı bulamamış olanlardır. Oysa insan, varlığının bütünlüğünü koruyarak da sevebilir pek ala; kendini yarıya bölerek, diğerinin yarısından bütüne gitmek, kendini eksilterek çoğaltmaktır. Bir şeyler noksan kalır… Bir ilişkiyi yürütürken kim istemez ki kendi gibi düşünen, kendi gibi davranan, aynı şeylerden zevk alıp, aynı şeylerden haz etmeyen biriyle...

Aşk

Aşk

Karanlıktı ışıklar Bir parladı, bir söndü gözlerin Ele verdi mecnun çehreni Ben gördüm Sen göremedin Mumlar döşedim geceye Yansıdı aynaya alaca öpüşlerin Titredi kalbim avuçlarında Uzağına düştüm hüzünlerin

Olmuyor Ki

Olmuyor Ki

Gidemedim Ürkekti cesaretim Boğucu bir yalnızlık özgürlük Suskun geceleri bileyemedim Meltemler sıcak esmiyor Sen tutunmadığında göğsümde Irkçı bir hırçınlık barındırır Yoksunluğun şehrimde

Uzaklarına Tutunuyorum

Uzaklarına Tutunuyorum

Ne kadar yalın, o kadar karmaşık olanı severim. Kendisini anlatmadıkça çoğalan, sen sustukça seni duyumsayan, ruhu kimsede benlik bulmayan, ıssızı severim…  Kuşatılsam nicesi tarafından, o uğraksız gezgini tanırım. Nefesi dolanır boynuma, tutunmayışından tanırım. Ait olmayışından tanırım; söylemediklerinden tanırım; kendisine yabancılığından tanırım; kendisini görmezden gelişinden; biricikliğini bilip de, bildiğini önemsemeyişinden tanırım. Erişemeyişim, kederlendirir; dokunabildim zannederim, değemediğimi anlarım. Elini uzatır, tutamadığımı kavrarım. Ağladığında kucaklarım da, sadece kendine sığındığını özümserim; suskunluğunu taşırım en derinlerde; taşıdığımı kabullenişini bilirim. Barındırdığı yalnızlık, kalabalıkların arasında saklanır; hüznüm peşi sıra varlığı ile kutsanır. Böyle sarmasa yoksunluk seni keşke; uzaklara demirlemese gözlerin. Sen rengîm olsan, ben sana tutuşan rânâ. Barınmasan gölgesinde...

Kim Bilir

Kim Bilir

Çağırsaydın gelir miydim Çağırmadın, bilemedi Sevseydin, beklenir miydin Söylemedin, öğrenemedin Kızılında akşamların buluşsaydık Yıldızlar dolardı gözlerime Baksaydın görür müydün Bakmadın, göremedin