Author: İlkşen (İlkşen Çetintaş)

Home / İlkşen
Farkındalığın Hafifliği
Yazı

Farkındalığın Hafifliği

Şu sıralar bir sürü şey okuyorum. Raflarımda kalmış, zamansızlık bahanesinin ardında unutulmuş, oysa hevesle aldığım kitaplar. Bir sürü söyleşi dinliyorum. İvmesi giderek artan olağandışı bir sebep arayışım ve özümseme ritüellerim var.

Sırtlan gibi çevremizde gezinenlerin çiğ bir içgüdüden ibaret ilkelliğine karşın insanın kendini ve yaşamı keşif arayışında ışık tutan aydınlar, filozoflar, şairler, araştırmacılar… Kainata açılan kapıların ışıklı anahtarları ellerinde… Anlamaya çalışıyorum. Sadece kendi sesini dinleyenlerin kayboluşuna tanıklık ettikçe, kapıldıkları girdabın hiçliğinden uzak kalabildiğim sığınaklar tüm bu öğretiler.

Farkındalığın derinleştikçe, hayatın özüne inebilmenin ne büyük bir sabır barındıran, acelesiz bir yolculuk olduğunu idrak etmek. Bu erdeme yaklaşabilenlerin bir nebze dahi yakınında olabildiğinde, gözlerine yerleşmiş perdenin aralanması ile şifalanmak…

Her şeyin değiştiğini kabullenmenin, hakikate giden ilk adım olduğunu bil. Hiç bir şeyin aynı kalmadığını anla. Gerçeklik gibi görünen varlığının aslında büyük bir eko sistemin içinde küçük bir pay olduğunun farkına var. Hep uyanık kal ve zihnine berrak bir akışın içinden bak… Yolculuğa hazır hissettikçe oku. Zen Budizm’ini oku, Şamanizm nedir anla, Sevme Sanatı’nı hayatına yay. Rüyanın içinde uyanık kalmanın mümkün olması gibi, yaşamının da bir rüya olduğunu ve her şeyin geçici olduğunu, durmaksızın biçim değiştirdiğini kavra. Canlılar, hepsi bir döngünün içinde sonsuz defa ölüyor ve yeniden doğuyor. Sana düşen, tekamülünün dinginliğinde, hayatına geçici rollerle karışan kalpleri mühürlü ve kibiri büyük olanları bağışlamak. Bil ki onlar, o sonsuz döngüde iyiliğe eremedikleri için acı çeken ve kutup yıldızını bulamayan ruhlar. Onlara şefkatini sun.

Değişimi durduramazsın ama daha iyi bir insan olabilirsin. Sadece iyiliğin gücü ve varlığını arındırman ile kendi saf haline ulaşman mümkün olabilir… Ancak bu sayede kaygılarının gerçek bir mevcudiyeti olmadığını ve iyileştirdiğin zihninden attığın yararsız imgeler olduğunu anlayabilirsin.

Giderek Uzaklaştıklarım…
Yazı

Giderek Uzaklaştıklarım…

Kendilerini hayatın merkezinde gören insanlar tanıdım. Tüm gezegenlerin kendi etraflarında döndüğüne inanan, gülünesi bir şuur yoksunluğu ile yaşayan insanlar. Taşkın bir bencillikle bulundukları her mecrada kendilerini empoze ederek, başkalarının yaşamlarına iltica eden, hayatlarını gözümüze bir perde gibi indiren, durmaksızın ilgi ve övgü bekleyen, başkalarının gözünden kendilerine bakma farkındalığı taşımayan, kendilerini renkli zanneden oysa ne de soluk silüetler.

Dünya yıkılsa onların mutluluğunun, onların tasalarının, onların fikirlerinin, onların başlarına gelen her durumun koşulsuz en önemli öncelik olarak, kendi sessiz sedasız dünyamıza izinsiz ittirildiği kaotik bir hengamenin mimarları. “Başkalarına İlham Vermeyen Ama Kendilerini Öyle Zannedenler Kulübü”nün üyeleri. Hayatla ilişkileri, “aldım, verdim” üzerine kurulu hatta çoğunlukla, sunmadan almak gayesi ile hesap yapan, müflis tüccarlar.

Yakın ya da uzak çemberlerinde kim varsa müritleri zannettikleri iflah olmaz aymazlar. Hep beğenilecekler, yetmez; çetele tutacaklar, kim ilgi göstermiş, kim eksiksiz her adımlarını takip etmiş, kim alkışlamış, kim aramış, kim sormuş. Mutlak bir zorunluluk gibi her eylemlerinin, her çığırtkanlıklarının kutsanmasını bekleyenler.

Sizden tepki alamadıklarında ise empati kurmak, kaygılanmak, hayatınıza dokunmak yerine kendilerini koşulsuz geri çekenler. Halinizi, derdinizi sormayalar. Komşulukları da, arkadaşlıkları da, tanışıklıkları da böyledir bu ticaret erbabının. Taa ki siz tekrar bir gayret onların kibirlerini görmezden gelip, gönlü yerde bir hatırşinaslık ile sanki kabahatliymişsiniz gibi bıktıran beğenmişliklerini tekrar besleyene kadar.

İşte fark ediyorum ki, geçen yılların sonunda, hayatımda mutlak bir sadeliğin arayışı içindeyim ne zamandır. Çokluğun içinde en yalın ve sahici olanlar bana sadece mutluluk verenler. Çarpıcı biçimde farkına varıyorum ki, hayatıma giren her insanı anlamaya çalışmak, hoşgörü ve empati göstermek kabulü ile kurmaya çalıştığım iç dengemde, yorulmuşum. Uzağındayım demek ki hala demlenmiş olgunluğun. Koşulsuz toleransın üst benlik gerektirdiğini ve bu erdeme sahip olmanın tekamül gerektirdiğini kabullenmeli. Kısacası, herkesi kendi tekrarında bırakmak ve yanımdakilerle akışın içinde nefes almak istiyorum, sessiz ve huzurlu.

Madem ki, ne kadar çaba göstersen de, özündeki hamlığı gideremeyeceğin, ruhani gelişimine etki edemeyeceğin, kalbinde karşılıksız sevgi barındırmayan insanlar yoruyor seni, geride bırakmayı başarabilmeli insan. Kendi iç huzurunun açtığı yolculukta yanında olanlarla tasasız yol almak ve sevgini, varoluşunda samimiyet, içtenlik, nezaket, hesapsız bir gerçeklik barındıran asil ruhlara dostluğunu sunmak, en değerlisi belki de… Her insan, öğretilerden edinebildiği kadar geçebilir kendi sınavından…

Yaşadın mı kendin için bir defa bile…
Yazı

Yaşadın mı kendin için bir defa bile…

Biliyorum, sen de hayatını o birilerine adayanlardansın. Kalbinde, çapası kuyulara atılmış bir yük vapuru tüm ağırlığı ile mıhlanmış, paslanıyor… Gözlerinde kederli grisine güneş değmemiş ince bir sızı, mavisi özgür bir çıkış arıyor. Zihninde yinelenen açmazlar, seni balçıklı dehlizlere çekiyor. Nafile bir umutla çabaladıkça, sen de hayatının çaresizce gerisinde kalansın, biliyorum… 

Geçit vermiyorsun, sisli bir göğün ardına gizlediğin hayallerine, sıcak bir yaz gecesi gibi seni sarmaya öykünen özlemlerine, sadece sen ve evren varmışçasına hür olabilme haline… Nefes alamadığında, seni boğan kendi ellerin, bilmiyorsun…

Düşündün mü hiç neden böylesin? Neden kendini bu karşılıksız adamışlığın? Çok sevdiğin için mi; kendi seçimin olduğu için mi; başka türlü davranmayı hayat öğretmediği için mi; vazgeçmiş olsan, suçluluk duygun seni uçurumlara yuvarlayacağı için mi; Cevaba ulaştırır mı ezberlediğin sorgulamalar. Sen, doğru soruları sormadıkça, sıkışmaya devam edeceksin cenderelerde, kuytu köşelerde, biliyorum…

Zihnini arındırabilsen, bulacaksın yanıtları. Bir anlayabilsen… Hayatının akışında kalmadığın için böylesin. Vicdanının rotasında durmadan savrulduğun, tek seferlik bir ömrün olduğunu kavramadığın, kendine iyilik etmek, en büyük korkun olduğu için böylesin. Duygularını, umutlarını, sevinçlerini yarınlara ötelediğin, yarınlara vardığın her defasında da bir çırpıda harcadığın için böylesin. Ne kadar uğraşsan da, kimsenin yazgısını değiştiremeyeceğini kavramadığın, adandıklarının senin tükenmişliğinin şuurunda olmadıklarını göremediğin için böylesin. Bu körlükleri olmasaydı eğer belki de senin yerine görebilirlerdi, seni hayatından nasıl alıkoyduklarını…

Kimsenin yalnızlığına, mutsuzluğuna, kendi elleri ile savruldukları girdaplara, çare olamazsın. Ne kadar uğraşsan da kurbanı olacaksın, seni ele geçiren esaretlerinin; sen sundukça daha fazlasını bekleyen müdavimliklerinin… İyilik et, peşlerine düş, elinden geleni esirgeme ama hayatını kendi varlığın üzerinden inşa et… Kendin için yaşamanın damağında bıraktığı o mayhoş tadı nasıl anlatsam ki sana. Yaşamadan bilemezsin…

Fakat biliyorum sorumluluğunu alamadığın için birey olmanın, senin de işine geliyor kurbanı olmak çizdiğin kaderinin. Böyle avutuyorsun kendini; böyle saklıyorsun zayıflıklarını kendinden, cefanın pençesinde biçare görünerek. 

Unutma yine de, senin de geçiyor ömrün bak!. Kimse yanında olmayacak, duymayacaklar ıssız çığlığını, elinden hayatın akıp gittiğinde ve geriye sadece bir dirhem sabah kaldığında uyanacağın… Yaşa artık kendin için umarsızca… 

“SİYAH KUĞU” – 3. BÖLÜM
Yazı

“SİYAH KUĞU” – 3. BÖLÜM

KISA GİRİŞ:

“Bizimki yaralı bir aşk hikayesi” dedi. Sesinde, kim bilir ne zamandır içinde gizlendiği yosunla örselenmiş kabuğu yararak, başını gökyüzüne kaldırmaya hazırlanan, taze bir umudun yankısı vardı. O umut, şimdi beni de sarmıştı… Karanlığın siyahına alışmış gözleri, güneşe ilk defa çevrildiğinde kamaşırsa eğer, kör olmadan önce göreceği son insan benmişim gibi baktı yüzüme. Varlığımın değerini taçlandıran bu tanıdık yabancıya, şimdi ezeli bir şefkat duyuyordum…

Devamı 5 Nisan’da…

“SİYAH KUĞU” – 2. BÖLÜM
Yazı

“SİYAH KUĞU” – 2. BÖLÜM

Uçağım anons edilince ayaklandım. Benimle birlikte malum yan masadaki grup da hareketlendi. Demek ki aynı uçakta olacaktık. Can sıkıntım arttı. “Umarım birinden biri ile yan yana oturmam” diye geçirdim içimden. Çekim alanımı biliyordum; bu alengirli meseleler nasılsa bulurdu beni. Tanışma ihtimalinin, kaçındığım telaşına kapıldım.

Yolculuklarda, tanımadığım insanlarla tanışma hevesi, oldum olası gelişmemiştir bende. Aslında itiraf etmeliyim ki, görünen sosyal ve girişken yönlerime karşın, iç dünyamda hızlı sıkılan, belki de burcumun sebep olduğu astrolojik deformasyon ile karşımdakinin saklı gerçeğinin peşine düşen, bulduğum ipuçları bana keyif vermemişse, ıssızca uzaklaşan biriyimdir. Sezgilerime güvenirim. Yapay olan, samimiyet barındırmayan hiç bir insan davranışından haz etmem. Biri söze, “bu konuda mütevazi olamayacağım” diye başlarsa, bu sığ kibiri barındıran insanı keşfetme arzum, çorak topraklarda kök salmayacak bir cılız fide olarak kalır. Çoğu için sıradan görünen sözlerde, ben saklı taşkınlığı, niyeti ya da imayı buluveririm. Bu durum, karşımdaki ile mesafeyi açmam için etkili bir katalizördür. Kısaca, tekinsiz yanılgılarımı çözmeye çalışarak, dirençli gelişen bilinç seviyemi keşfe meraklı; göründüğümün aksine, zor biriyimdir.

İşte bazılarını paylaştığım ikircikli huylarımın ışığında, bu yolculukta da, yeni birileri ile tanışma heyecanı duymadığım gibi, birbirlerine bir yabancı gibi davranmış bu ikili oynayan çift ile de kesişmeyi hiç hedeflemiyor, şahit olduğumdan fazlasını öğrenmek istemiyordum. Yeni sorgulamalara gebe vesveselerimden de uzaklaşmıştım. Kendi meselelerimle zihnim epeyce doluydu. Bir an önce yerime oturmaya, düşüncelerimin güvenli sığınağında, seyahati bitirmeye can atıyordum.

Ama işte öyle olmadı. Servis aracında otururken karşımda, merdivenlerden çıkarken önümde varlığını sürdüren hikayenin erkek figürü, ki artık K. diye bahsedeceğim, uçakta benimle aynı sırada orta koltuğa geçiverdi. Ben de koridorda hemen yanına. Kadın yakınlarda değildi. “Neyse” dedim içimden. “Oralı olma. Bu sadece bir tesadüf!”. Hemen koltuk cebindeki dergiye yöneldim. Rastgele sayfaları çevirmeye başladım. Dergi bulamasam, acil durum kitapçığını ezberlemeye hazırdım. Cam kenarında oturan 10 yaşlarındaki çocuk ise, hemen arkasında ve böylece uzağına düşmüş olan annesinin ihtimamından kurtulmak istercesine, uyumaya hazırlanıyordu.

Uçak henüz havalanmıştı ki, söze her an girmeye öykündüğünü, kıpırdanmalarından hissetmeye başladığım K., hiç ummadığım bir hamle yaptı. “Bizi yakaladınız!” dedi. Sesinde olağandışı bir nezaket ve kibarlık vardı. Hafif bir teselli gayesi taşır gibi, kendisine doğru döndüm. Gerçekleşmesinden sakındığım bu durumdan saniyeler içinde kurtulmam gerekiyordu. “Meraklanmayın, uçuş korkunuz varsa bile fark edilmiyorsunuz” dedim. “Neyse ki havalandık, iyi yolculuklar”. Diyaloğu kopardığımdan ve niyetin yönünü çevirdiğimden emin, tekrar dergime yöneldim. Kısa süreli bir sessizlik oldu. Ama hayır burada bitmemişti. Yanımda oturan usta oyuncu, sahnenin perdelerini bu kadar hızlı kapamaya hiç niyetli değildi.

“Ben CIP’deki durumu kastettim” dedi, aynı özenli ve seçili hitabetle. “Bizi yakaladınız!”. Beni bir tasdike zorlayan bu yabancıya, duymak istediğini söylememekte kararlıydım. Aklına güvenen insanların sazan avına çıktıklarında avlanmalarını izlemek ayrı bir keyiftir çoğu zaman. Aynı ölçüde incelikle, “epey kalabalıktı CIP gerçekten de; neyse ki rötar olmadı” dedim. Dergiye zoraki ilgim iyice azalmış, aynı satırlara gözüm takılı, okuyor gibi yapmaya devam ediyordum. İlle de bir şeyler anlatmak istiyorsa, samimi davranması yeterliydi. Oysa o, gördüklerime ilgimi ölçmek için kendince beni sınıyordu.

İyice inadım tutmuştu. Yeni imalarda bulunursa, yanıtlarımı tamamen tuhaflaştırmaya hazırlanıyordum. Daha fazla sürdüremedi. “Tanımadığımız biri, sessiz tanığımız oldu, o’da sizsiniz” dedi. “Aslında size mahçup olduk”… Ağırdan alarak, “neden? ne oldu?” diye sordum; umursamaz bir sıradanlığın zırhına bürünmüştüm. “Kız arkadaşımla tanışmıyor gibi davranmamız, sizin gözünüz önünde cereyan etti” dedi. “Ah evet” dedim; kadından da soğukkanlıydım. “Seyahatlerde pek çok anlık kare takılıyor insanın gözüne, aynı anda da geçip gidiyor. Beni ilgilendiren bir durum değil. Durmayınız üzerinde”. Beni sohbete çekemediğine razı olsun istiyordum ancak biliyordum ki, vazgeçmeyecekti. Neden kendim gibi inatçılar çıkar ki hep karşıma… Şu yıldızların dizilimini hiç anlamıyorum!

“Hem aslında biz tanışıyoruz sizinle” dedi. İşte şimdi ikinci perde açılıyordu. Hali, tavrı, özgüveni, konuşmalarındaki ölçülü ama otoriter baskınlığı, güçlü bir konumda olduğunun gözden kaçmaz işaretleriydi. Kapitalist düzenin sözü geçen iş adamlarından biri olması muhtemeldi. Bir yazar, bir şair, bir memur, bir hekim ya da ne bileyim bir küratör olduğunu varsaymak mümkün değildi.

“Nereden tanışıyoruz?” diye sormamı beklediğinden kuşku duymuyordum ama kendine has biriyle sohbet açmaya çalıştığını nasıl olsa idrak edecek, bir noktada pes edecekti. Yanıt vermedim. “Etkili bir sunum yaptınız, Yalın Fikirli Kadınlar Platformu’nda” dedi. “Değindiğiniz konularda, bizim ekipler de epey çalışma yapıyorlar”. Artık emindim. O gün davet edilenler CEO, yönetim kurulu üyeleri, GM’ler, Başkanlar gibi kimselerdi. Sektöre özel bir toplantıydı. “Bizim ekipler” derken taşıdığı garantörlüğe bakılırsa, saydığım profillerden biriydi. Sesinin tonundaki keskinliği arttırdı. İsmimle hitap ederek, “Anlamlı çalışmalar bunlar” dedi. Demek ismimi de biliyordu. Şaşkınlığımı gizlediğimden emin, “Teşekkürler” dedim, mecburiyet yüklü bir çekimserlik ile. Sohbeti ilerletmekle kazandığı zaferin tadını acelesiz çıkarıyordu. Yeni bir hamleyi karşılamaya hazır mıydım?. “Sonra kısaca tanıştırıldık sizinle” diye devam etti. “Ancak ilginiz dağınıktı, birileri vardı sürekli yakınınızda”. Durdu. Esirgediğim ilgiye karşılık elindeki kozları birer birer çıkarıyordu. İstifimi bozmadım. “Ben anımsayamadım tanıştığımızı, mazur görün” dedim. “O gün gerçekten de kalabalıktı”…. Bunu derken yüzüne dikkatlice baktım bu defa. Evet, ben de hatırlamıştım. Üstelik tanıştıran kişi dahi gözümün önünde sağır bir gölge gibi duruyordu.

Peki bütün bunlar ne demekti şimdi? Bin bir düşünce geçiyordu aklımdan; neden açık ediyordu sanki kendisini. Sonuçta ben gizli şahittim. Madem ki çevrelerimiz ortaktı, neden iyice ifşa ediyordu durumu; hiç mi çekinmiyordu onu ele vermemden. Kağnı ile gidiyormuş gibi zamanın akışı yavaşlamıştı. Bu ağırlığın, jet hızına dönüşmesini bekliyor, seyahat biran önce bitsin istiyordum…

Sensizlik
Yazı

Sensizlik

Yıldım özlemekten seni
Yılmadığı kadar güneşin doğmaktan
Yoruldum göğsünde hasretin
Yorulmadığı kadar düşmekten
Baharın tenine cemrenin

Usandım bilmeden kimseler
Usanmadığı kadar dönmekten dünyanın
Yaklaşsana sevgilim
Durma öyle uzanamadığım gecelerde
Cennet değilim ki kurumasın bahçelerim

Unut tüm sözcükleri
Dinle almadığım nefesi
Sensiz sığınaklarda
Bittim özlemini saklamaktan
Ağrıyor değmediğin gözlerim
Hayalini sessizce taşımaktan