Vicdanım, hayatım boyunca taşıdığım en büyük yüküm oldu. Elbette ben de yaygın kabul gören akıl oyunlarıyla, “hak edenler” ve “hak etmeyenler” ayrımı yapabilirdim ömrümce; ne var ki o zaman vicdandan değil bencilce bir karşılıklılık ilişkisinden söz edilebilirdi sadece.
Yalnızca hak edenleri ayrıştırarak vicdanlı olmak, karşılığında bir beklentiyi de beraberinde getirir. Böyle olduğunda katıksız bir vicdandan değil ham bir hesaplaşmadan söz edilebilir ancak. Oysa vicdan insanın kendi özüne dönük bir yüzleşmedir; karşılık alamayacağını ve hatta görünürde zarara uğrayacağını bile bile, ayrım gözetmeyen bireyin kendisine karşı arıtılmış saflıkta olmasıdır.
Zorlu bir sınavdır vicdanın hükümranlığında yaşamak; aldığın nefesin her evresinde, seni sınamak üzere sayısız tuzaklar çıkarır karşına hayat. Menfaatlerinin baskın olması, benliğinin galip gelmesi, manevi ödüllerin beklentisine kapılman için uğraşır. Sen yine de biricik iyiliğini sunmayı seçersin. Bunun sebebi iyi bir insan olduğun için değil vicdanlı bir insan olduğun içindir.
Vicdan sahibi olmanın bağışlayıcı olmak ile de doğrudan bir ilişkisi yoktur çünkü bağışlayabilmek başka bir erdem derecesidir ve bu asalete erişmek, zorlu bir diğer yolculuktur. Ne var ki, bağışlayamadığın halde vicdanının sesi, öfkenin önüne geçiyorsa ve aldığın haz, verdiğin zararın meyvesi değil ise, hıncının değil vicdanının hükümdarı olursun.
Yine de bu yük bazen ağır gelir işte…