İmtihanmış Yaşanan

İmtihanmış Yaşanan

Afetin, acının, yoksunluğun, tükenmiş hayatların ortasında fakat her türlü konforun güvencesinde, “Bu bir imtihan” demekle olmuyor.

Makam gereği görev yaparak, bolca brifing alıp, etrafında gücün boyunduruğu altında yaşayarak ecdatlarının geleceğini sağlama almış kalabalıkların mide bulandıran sahteciğinde, ayağına taş değmeden, tüm kaynakların seferber edildiği refah hayatına aynı gün geri dönmekle olmuyor.

Üzüldüğünü belli eden o suya çizilmiş yüz ifadesi ve şefkat lütfederek, hastanede bir kaç yaralı eli tutmakla olmuyor. İnsanların başlarına evleri yıkıldıktan sonra, yıkılandan daha kalitesiz konutlar yapmayı vaat etmekle fakat bir yandan da birincil sorumluluğu hazinesindeki parayı saklamak ve mücbir koşullarda halkın insanca yaşamasını sürdürmeyi sağlamak olan Cumhuriyet’in kurumları aracılığı ile beli bükülmüş halktan para toplamak tüccarlığı ile olmuyor.

Mecliste deprem araştırma önergesini reddederek, hiçbir hür vicdana sığmayan ve toplum dışına itilmiş ahlaki değerlerin bir gün elbet geri dönecek egemenliğinin üzerini menfaat ittifakı kurarak örtmekle de olmuyor.

Sadece ve ancak o insanların acılarının içinde yaşayarak ve yüreklerde hissedilen, dayatılmamış bir sahicilikle oluyor…

Enkazın altından gelecek bir küçük seslenişin ümidi ile günlerce aç susuz, gözyaşı kurumuş, yakınlarından haber almayı bekleyenlerle birlikte, duran zamanın girdabında nefes almadan, canından can koparak, beraber nöbet tutmakla oluyor.

Sefil bir keşmekeşin ortasında; ihmalin, rantçılığın, kayırmacılığın, açgözlülüğün, doymazlığın sebebiyet verdiği yıkımın kör karanlığında, gidecek bir yeri, doğacak bir sabahı olmayanlarla birlikte, onlar gibi içi kan ağlayarak ve aynı teselli edilemez tükenmişliği yaşayarak oluyor. Ayaz kesen gecelerde, geleceğini kaybetmiş insanların çaresizliğinde, her türlü hijyen koşuldan yoksun, ocağında çayı kaynayan evinin sıcaklığı bir gecede buz kesmiş, yerlere serilmiş derme çatma battaniyeler üzerinde aynı kadere mahkum insanların birbirleri ile bir lokma hırkayı bölüştükleri sabahsız matemlerde, aynı aş evinden boğazında düğümlenen tek tas çorbayı içmekle oluyor.

Aynı gök kubbenin altında üstün bir ırk gibi kibirle değil, insanlığın en büyük çaresizliğinin dert ortağı olarak, yaşanmakta olan acının yegane sahibi gibi siyaha boyanmış kederli havayı, kanayan ciğerlerine çekmekle oluyor…