Yan yana duruyorduk kasapta. Belki kırk yıllık müdavimleri olan, eskilerden bugüne gelmiş bir kasap. Modern zaman baskısına yenilmiş. Nostaljisini kaybetmiş. Emektarları ayrılmış. Hizmet anlayışı fabrikasyona dönüşmüş. Gönlünce eskiyememiş bir yer. Ben biliyorum da o bilmiyor belli ki…
Benden önce gelmiş, siparişini vermişti. O da, ben de, birbirimiz için herhangi biriydik. Beklerken dayanamadı. “Babam hep buradan alırdı, sizin iyi müşterinizdi” dedi. Durakladı. “Ama artık alamıyor. Öldü babam”… Sessiz çığlığı, kalbimin duvarlarına çarptı. Bir tepki bekledi ama gelmedi. Kasap, hafifçe ve mecburiyetten başını salladı ve etleri doğramaya devam etti. Havada asılı kalan çığlığının görünmez parçacıklarını tek tek toplamak ister gibi, son bir hamle yaptı. “Tabii nasıl gelsin, ölünce!” dedi, bir öncekinden daha ıssız bir ses tonuyla. Ancak yine bir tepki alamadı. Oysa, ona soracaklarından emindi, babasının adını. O da söyleyecekti. Onlar da babasını hemen tanıyacaklar, öldüğüne şaşıracaklar ve üzülecekler, ne beyefendi bir adam olduğunu anlatacaklar, hatta bir kaç ortak anı paylaşacaklardı belki de. Ama öyle olmadı. Kimse ilgi göstermedi. Ne kasap, ne de tezgahtaki diğerleri. İşlerini yapmaya devam ettiler. Duyarsızlardı.
Oysa ben o anda, onu tanıdığımı biliyordum artık. Bildiğim acıyı taşıyordu omuzlarında. Aynı saniyeler içinde aynen hissediyordum, çektiği acıyı. Biliyordum, anıların izini sürmeye geldiğini o akşam, o kasaba. Kim bilir, ne kadar acı çekerek gelmişti. Ayakları kaç defa geri geri gitmişti kim bilir. Babasının hep geldiği bu yere gelebilmek için gücünü toplamak; belki birlikte geldikleri zamanlarda, hafızasında yer eden o kapıdan sarsılarak içeri girerken, adımlarının dolanmasını engellemek; babasının kasapla sohbetlerini ve tembihlerini duyumsamak; babasını tanıyan bir eski tanıdıkla karşılaşmak, biliyorum ki içinde beslediği ümitti. Ama işte bu yerde, kimsenin umuru değildi. Ne olmuş yani; ölmüşse, ölmüştü babası. Kimler, kimler ölmüyor muydu hem. Hayat, herkes için devam ediyordu. Ama ben kalbimde duyuyordum ne hissettiğini. Boğazındaki düğüm, benim de nefesimi kesiyordu. Babasını, karşısındaki insanlarda bulamamış olmasının hayal kırıklığını, duyduğu acıyı, tanıyordum. Ona dönüp, “sizi anlıyorum” diyebilmek istedim. “Nasıl hissettiğinizi biliyorum”… Ama cesaret edemedim. O an kendisini tamamen kapattığını biliyordum. Belki 40’lı yaşların üstündeydi ama ne fark ederdi ki, babasının kız çocuğuydu işte. Farkıma varmadı benim. Ben onun için hala herhangi biriydim ama o benim için babasını çok özleyen, izlerini hayat boyu sürmeye devam edecek anılar gezginiydi…
Nurlar içinde uyu babacığım. Sen bizden gittin ama biz gitmeyeceğiz senden…