Hangi işçi, emekçi uğruna aklımızın erdiğinden, vicdanımızın hayatımıza hükmettiğinden beri sosyal demokrasiye ve ötesine inandık biz… Sömürü düzeninden neden böylesine nefret ettik ki, kapitalizme tapmak menfaatimize en uygun yol iken… Neden öldürdük biz kendimizi her ölen işçiyle madende, inşaatta, fabrikada. Neden kahrettik onlar açken bizim soframız bezenmiş diye. Ne eksikti ki hayatlarımızda, sömürülenlerin yoksunluğu bu kadar acıttı canımızı. Ne uğruna savunduk haklarını, neden satmadık devrimci ruhlarımızı, niye dönmedik davamızdan; hayatlarımızın konforuna bencilce tutunmak, ağzımızda gümüş kaşıkla doğmanın kibirini yaşamak varken.
Bu farkındalık niye; diğerinde yok diye elinde olandan saklı bir mahcubiyet duymak niye; bu günah bizim değil iken. Ne derdimizeydi bizim, eşit haklardan yoksun bırakılmış, hor görülmüş, yoksul doğdu diye yokluğa mahkum edilmiş, sınıf farkı yaratılarak onuru ezilmişlerin, insanca yaşaması uğruna, uğradıkları zulümden utanç duymak!
Kitapların dünyasında mı yaşıyoruz biz yoksa? İnsanın insanca yaşama hakkı böylesi adil, ilkeli ve hakça anlatıldığından mıdır bizim gerçek hayatta bu hayalin peşinden koşmamız… Hangi işçi, emekçi için bunca yıl anlamaya ve anlatmaya çalıştık haklarını… Bu uğurda mapus damlarının altında çürüyor nice aydın, nice zihni lekesiz, vicdanı hür vatanperver. Kandırmaca mıydı her şey? Ranta tapan, kula kulluk eden, üç kuruşluk menfaate leş kargası gibi üşüşen, sözde cahil olup, her türlü çıkarını pek ala kollamasını bilen, hırsızlığa, yolsuzluğa, yalana, talana, ucu kendine değmiyor aymazlığı ile yandaşlık yapan, Cumhuriyeti karış karış teslim eden hangi işçi, emekçisin sen; sen ki benim gözümün nuru olan…
Senin için sürgün edildi vatanından o şair; senin için Madımak’da yakıldı o ozan; senin için asıldı o üç fidan; senin için zindanlarda yattı o aydın; senin için katledildi o yazar. Sana yazıklar olsun. Helal olmasın sana, uğruna feda olan canlar ve bağrına basmasın seni bu vatan!…