Ne sundun ki, ne bekliyorsun

Ne sundun ki, ne bekliyorsun

İnsanlar tanıdım, mutsuz. Ne kadar gizleseler de hep mutsuz. İçlerinde büyüttükleri dikenli kaktüs kurumasın diye durmaksızın sularken gösterdikleri özeni, hayatları boyunca bir küçük karıncaya dahi göstermemiş olanlar tanıdım. Sevgiye hiç erememiş olanlar…

Onlar, saklayamadıkları hınç, kalplerinden sözcüklerine, yargılarına, sözde arkadaşlıklarına, isyanlarına, itirazlarına, başlarına geleni sorgulama biçimlerine açık veya gizlice yansıyanlar. Kendi kurumuş dallarının ucunu çentikleyerek mızrak yapıp, diğerlerinin meyvelerle dolu dallarına uzanarak, ağacı silkelemeye çalışanlar onlar; yükseldikleri ayak uçlarında her seferinde sendeleyip düşenler. Başkalarının hayatlarını gıpta ederek sinsice izlerken, öykünürken, kıskançlıkla kendi kadersizliklerine isyan ederken, aslında tam da ilahi dengenin devrede olduğunu kavramaktan aciz olanlar…

Ne acınası bir şuursuzluk. Ne zavallı bir tükeniş hali. Bir sormalı bakalım, “sen ne sundun hayata, karşılığında ne bekliyorsun?” diye. Dönüp tek bir defa bile yüzleşmişler midir acaba ahlaki ve vicdani değerleri ile. Bir kere olsa bile kendilerini güvenli limanlara demirlemeksizin, uğrayacakları olası zararları hesaplamaksızın, sunarlarsa karşılığında ne alacaklarını hesaplamaksızın, haksızlık etmemek adına çırpınıp durmaksızın, kendilerine karşı adil olabilmek için bencillikleri ile yüzleşmekten kaçınmaksızın, sadece ve en yalın biçimi ile “iyilik” adına varlıklarını ortaya koymuşlar mıdır ki, hayat da onlara aynı yalın zenginlikle dönsün! Dönmez işte, çırpınmasınlar boşuna dönmez…

Onlar şanslarına isyan ederek, “benim neyim eksik?” diyerek, kusuru Tanrı’da aramaya ömürlerince devam edecek olanlardır. Onların nesi eksik biliyor musunuz? Kalplerinde o saf, katıksız iyilik tutamı eksik. İyilik, “kimseye kötülüğüm yok ki…” sanrısı ile Tanrı’dan cenneti dilemek aymazlığı değildir. İyilik, bir var olma biçimidir. Kutsal, tılsımlı bir ibadettir. İnsanın yegane şahidi, çevrelendiği uğultulu kalabalıktan önce, kendi vicdanıdır.

Şimdi bir derin nefes al ve düşün bakalım; en küçük eylemini bile hafızandan süz. Hesapçılığını gizlediğin o en gizli köşeyi senden başkası göremese de sen bir göz at şöylece. Bul o karanlıkta kalmış zulalarını. Ya göm daha derine ya da savur at denizlere. Alnın değerken vicdanının secdesine, hesap verebiliyor musun cennetin bekçilerine…