Kimi zaman filmlerdeki iyi karakterler ya da kötüyü betimleyenler, rollerini o kadar inandırıcı oynarlar ki, giderek tekrarlayan benzerlikte roller üstlenmeleri beklenir ve artık bir diğeri olamazlar. Onları izleyenler ise, bu sahileşmiş oyuncuları, yarattıkları etkinin dışında bir kimlikle bütünleştiremezler.
Öyle sanıyorum ki, benim kendi üslubumca yazarlık denemelerim de, kendi özelim ile giderek özleştirilir oldu. Kaleme aldığım her durum, doğrudan yaşadıklarım ve hissettiklerim gibi kabul görmeye başladı. Zaman zaman beni arayan arkadaşlarımın, korumacı bir iyi niyetle, “her şey yolunda mı?” diye sormalarından anlıyorum, algının aldığı biçimi. Buna sevinmeli miyim? Bu kadar inandırıcı mıyım?
Yazarlık esas mesleğim olmadığına göre, kendimden tamamen bağımsız bir profesyonellikte yazmadığım bir gerçek; içinde mutlaka bana ait bir öz var, duygularım var, deneyimlerimin yoğurduğu bir sorgulama biçimim ve hayata dair bir felsefem var. Ancak kendi özeli ile ilgili pek az şey paylaşmayı tercih eden biri olarak, tamamen olan biteni yazdığımın düşünülmesi de epeyce yanıltıcı olmaz mı? Çekirdeğin etrafında ki örgü, kurguyu inanılır kılıyor.
Hüznü yazmak, beni daha az mutlu biri mi yapar?
Hayatın sıradanlığından bahsetmek, ömrümün renklerinden maviyi mi çalar? Yaşamın içindeki kaostan dem vurmak, beni daha az huzurlu mu yapar? İnsanların maskelerinin gerisindeki riyayı kavramak, dostlarımın güvenirliğini sorgulanabilir mi kılar? Uyumdan bahsetmek, beni daha az direnişçi mi yapar? İnatçı bir mücadeleyi anlatmak, beni daha az barışçıl mı yapar? Aşkın manasını irdelemek, beni daha az aşık mı yapar?
Epeydir devam eden bu durumun farkındayım gerçi ama doğan sonuç, istem dışı değil ki! Böyle değil midir esas gaye? Yani okuyucunun zannettiği yazar olmayı mümkün kılmak. Ne var ki bu yansımayı yaratabilmek, bilinir yazarlar için muhtemelen bir başarı kabul edilirken, benim gibi kendi özgür dünyasında birkaç satır karalayanlar için giderek kısıtlayıcı olmaya başlıyor. Yazdıklarımla, hayatımdan ipuçlarının peşine düşülüyor. Oysa ben sadece bir kesit sunuyorum. Bütünün onlarca başka kesiti de var. Hepsini anlattığım mı varsayılıyor?
Aslında kendi gerçeklik düzlemimde, benden müthiş bir optimizm ya da görüneni olduğu gibi kabullenme kolaycılığı beklemek, beni anlatmaz. İlişkilerimde içtenliğe, yapıcı ve olumlu tutuma ne kadar önem versem de, durumları ele alırken, girdileri birbiri ile ilişkilendirmeden, sonuca varmam. Yazdıklarımdan yansıyan didikleme ve kimi zaman ifadelerimdeki pesimizm de bundandır; ne var ki bütünüyle de beni tariflemez.
Bir köşe yazarı olsaydım elbette yazdıklarım bağlayıcı olabilirdi ama benimkiler düşsel ve herkesin kendi dünyasında başka öykülerde karşılık bulabilir. Bu nedenle kendi sayfamda daha az yazmayı tercih edip, yaşadıklarım ile birebir bütünleştirilmemek üzere ayrı bir mecrada, denemelerimi sürdürüyorum.
Ben elbette benim. Yazdıklarım içsel yansımamdır; ancak duygularımdan iz sürerek, her yazdığımdan bir manaya varılması, okuyucu için yorucu olur.
Demem o ki, yemeğin lezzeti benden, zihninize değen tadının keyfine varması, dilerseniz sizden. Hepsi bu…