Kentliye ne de yakışır, “sendrom şımarıklığı. Yeni bir haftaya uyandığında işi, gücü, geliri bir de sendromu vardır. Elinin altındaki konfor alanını iyice sağlama alıp, şöyle bir dudak büzer… Pazar akşamından başlamıştır, Pazartesi’ye sataşmaya. Oysa onun, ertesi günün tasasız aydınlığına burun kıvırdığı, “ne çabuk geçti hafta sonu” diye yakındığı tam da o dakikalarda, aklına dahi gelmez nice kadının aynı zaman diliminde tecavüze uğramakta olduğu, şiddetin en ağırına direnmeye çalışırken, çığlıklarını kimsenin duymadığı öldüren darbeler aldığı; kaçırılmış nice çocuğun tam o dakikalarda en ağır sapıkların tacizi ile ruhlarının çırpınarak ezildiği; aile içinde ensest kurbanı o masum yavrulara tam da o saniyelerde, karanlık köşelere sıkıştırılarak, en yakınları eliyle en aşağılık insanlık suçunun işlendiği; kandırılmış, mecbur edilmiş, sığınacak çatısı kalmamış kaç genç kadının daha, fuhuşun çamurlu çıkmazına o dakikalarda girdiği; kaç gencin tam da o zaman uyuşturucuya saplandığı; minicik kalbi korku ile kasılmış çocuk gelinin ucunda oturduğu yatağın, o saniyelerde kanlı çarşafa bulandığı…
Yeryüzünde çok fazla acı var, ızdırap ve keder var; seninle aynı anda aynı havayı soluyan ama aynı hayatı insanca yaşayamayan; insanlık onuru, gelecekten ümidi, bir küçük sevinci elinden alınmış; bedeni, benliği, varlığı zulüm gören milyonlarca mağdurla aynı evreni paylaştığını unutma. Düşün bunları, duyumsa; tek bir defa, tam şimdi, şu anda gözlerini kapat, sakin kal; çarpan kalbini dinle önce ve sonra yüreğini aç sonuna kadar. Duyabiliyor musun çığlıklarını, yakarışlarını, korkusunu, acısını tam da şu anda hayatı elinden alınmakta olan nice kadının, çocuğun, gencin… Duy ve gitmesin kulağından acının sesi; hatırlatsın sana gerçeğini hayatın, sen giderek daha gözü kararmışçasına her öykündüğünde, sahip olduğundan daha fazlasına…