Bir seyahate çıksam, bilmesem ama nereye gideceğimi. Bir tren seyahati olabilir mesela. Rastgele bir yöne doğru bilet alsam. Ama son durakta inmesem. Yol üstünde herhangi bir istasyonda öylece buluversem kendimi. Ne sırt çantam olsa ne de bir harita ya da bir rehber elimde. Sadece tek bir yazarın yoldaşlığı olsa yanımda; o da Tezer Özlü olsa usulca. Arayışının ve saklı hüznünün bitmediği kısacık yaşamında acısı hafifler mi acaba ruhunun, tekrar tekrar okusam nasıl hırçın örselediğini onu hayatın…
Yürümeye başlasam daracık patikalarda, sonra giderek genişlese ufkum. Böylece yol alsam. Kimseye sormasam nerede olduğumu ve tabelalar olmasa yollarda. Kimse farkıma varmasa ve ben kimsenin farkında olmasam. Gözlerim kapalı, öyle bir nefes çeksem ki içime ve öyle bir hava sarsa ki ciğerlerimi, bilsem nihayet vardığım yerin Ayder yaylası olduğunu veya ne bileyim Pokut belki de. Ne arada vardım Çamlıhemşin’e; anlamak için uğraşmasam. Zihnimin özlemi ne ise, vardığım yer orası olsa.
Öyle aksaki zaman, herkes bıraktığım yerde kalsa ama ben ötesine geçsem. Mekansız, duraksız, izdüşümsüz aşsam ayaz seherleri. Yokluğum bilinmese, kimse peşime düşmese ve böylece kimsenin kaygıları için üzülmesem. Öyle hafiflesem ki, yükünü taşımak duyguların nedir unutsam. Ne ölüm eksiltse, ne yaşamak yüceltse benliğimi. Şu sonsuz evrende nokta bile değilken, sitemsiz açsam kollarımı ezele; evreni içime sığdırsam ve sonra içinden taşsam evrenin. Zaptedilemez biçimde çoğalsam; başlasa dönüşümü nefsimin, yaradılışın özüne. Görünmeden kimseye, akışın kendisi olsam…