Çocukluğumda da böyleydim ben; inatçıydım. Dayatılan veya inanmadığım hiçbir durumu, kabullendiğimi hatırlamıyorum. İçgüdüsel olarak kendimi keşfetmiş olmalıyım daha çok küçük yaşlardan başlayarak. Sınıfta en çok kimi eziyorlarsa, o benim en iyi arkadaşım olurdu. Kim kibirle davransa en çok onu görmezden gelirdim, böbürlendiği şeylerin ona bir değer katmadığını anlaması için. Yabancılarla birlikte okuduğum bir okulda, sınıfta konuştuğum için İngiliz öğretmen beni sınıftan çıkarınca, koridorda beklemeyi reddettim. 7 yaşındaydım. Bir çocuğu arkadaşlarının yanında rencide etmenin yanlışını anlasınlar diye, üç ders boyunca okul bahçesinde saklandım. Okul yönetimi öyle büyük bir panik yaşadı ki beni bulamadıkları için, babamı aramak ve durumu anlatarak özür dilemek zorunda kaldılar. Bir çocuğu cezalandırarak değil yanlışını kavramasını sağlayarak öğretmeyi öğrendiler belki de böylece. Almanya’da okuduğum yıllarda, kasiyer önümdeki Türk emekçiyi küçümsemişse, Almanca bilmeme rağmen ısrarla Türkçe konuşurdum, kabul görmemenin ve iletişim kuramamanın zorluğunu O’da yaşayarak anlasın diye. İşçi, emekçi sınıfına içimin titremesi, sömürülmelerine isyanım, hor görülmelerine duyduğum öfke, henüz herhangi bir ideolojinin farkında olamayacak kadar küçük olduğum halde, bir bölümü Almanya’da geçen çocukluğum ve sonrasında gurbetçilerle yeniden yolumun kesiştiği ilk gençliğimde, şahit olduklarıma dayanır.
Bu amatör çabalarım, yıllar içinde yaşadıklarım ve gözlemlediklerim ile ustalık kazandı. Giderek ahlaklı ve ilkeli olmayan her durumu ve aralarındaki bağlantıyı, hızlı kavrama farkındalığını geliştirmemi sağladı ve elbette deli cesaretle karşısında durmamı. Kaybetmekten korkmamak, şiarımdı…
İş hayatımın ilk masum zamanlarından itibaren, çarkın nasıl döndüğünü, izleri sürerek öğrendim. Bir nevi, iz sürmeyi öğrendim diyebilirim. Bu sebeple, hiçbir güç odağına biat etmedim. Kişisel menfaatlere pek uygun ama tüm paydaşların zararına olan hiçbir istismarı, görmezlikten gelmedim. Durumu değiştirebilecek gücüm varsa, dünya karşımda dursa, etki alanımı daraltmadım. Yılmadım. Ancak bunu çözümsüz çatışmalarla değil, sağ duyu, farkındalık ve kararlılık ile yürütme gayretinde oldum. Kolay olmadı pek çok zaman. Asla yalan söylemedim. Bu tutarlılık, istisnasız yolumu açtı. Mutlak bir çözümsüzlüğün olduğu durumları zorlamanın ise, şuursuzluk olduğunu kavradım. “Ya Sev ya Terk Et” ise felsefe, ben zoraki sevmek yerine, varlığım ile bağdaşmayanı geride bırakarak, yol almaya devam etmeyi seçtim. Bu, kişisel ilişkilerimde de böyledir.
Tüm bunların ne ekonomik güçle ilgisi var ne de kendini vazgeçilmez zannetmekle. Tam aksine en kolay harcananlar, kendilerini en tekil zannedenlerdir. Bu, sadece inançla mücadele edebilme ruhu, azim, zorlukların üstesinden gelebilme adanmışlığı, mutlak adalet duygusu ve gücünü sadece ve sadece kendinden almakla ilgilidir. Kimseye yaslanarak medet ummamak, temel ilkedir.
Bu uğurda kimilerine göre kayıplarım oldu. Benimse, zenginliğimdi. Yıllar içinde, karaktersiz insanların hangi ortak özellikleri taşıdıklarını ve hangi ortak yöntemleri kullandıklarını öğrendim. Kendileri gibi olanlarla nasıl güç birliği kurduklarını ve çamurda nasıl kök saldıklarını, ne kadar alçalabileceklerini gördüm. Sinsiydiler. İki yüzlüydüler. Artık onları, karanlıkta bile gözü kapalı tanır oldum. Buna rağmen çok defa güvendiğim ve yanıldığım da oldu. Yanılgılarımı, derslerim ve seçimlerim olarak kabullendim ama esaslı güvenimi kıran birine asla tekrar güvenmedim. Güvenimi kaybedenler, beraberinde katıksız bir dostu da kaybetmiş olduklarını kabullenmekte zorlandılar; yeniden kazanmaları da mümkün olmadı. Aralarında bir zamanlar çok sevdiklerim de oldu ama bu sevgi, güvensizliğin gölgesinde titrek bir mum ışığı gibi giderek tamamen söndü.
Çok sevdiklerimi hiç sevmemişçesine geride bırakabilme gücüne sahip olduğumu biliyorum. Bu beni özgür kılıyor. Değmemişse, değmemiştir. Büyütülecek bir mesele olmamalı. İnsanı en çok kalbi yanıltır; bu insani durumu özümsemeli.
Pek azı dışında anlam yüklenmiş eşyalar biriktirmem, çiçek kurutmam, günlük tutmam. Bunların beni hantallaştırdığını ve düne mahkum ettiğini bilirim. Geçmişin solgun anıları ve vesveseleri ile yol alamam. Yüzleşebilmek gerek. Belki de çocukluğum ve gençliğim boyunca tek bir yere ait kalarak büyümediğim için, geçmişle takıntılı bir bağım olmadı hiç; geçmiş beni sadece geleceğe taşıyan bir köprü. Hepsi bu. Hayatın içinde hiçbir zaman sükunet ve huzur aramayacak kadar gerçeğin bilincindeyim. Yaşamın kendisi kaotik iken, içinde durağanlık aramak mümkün olabilir mi? Ama doğru yönetilebilir. Dingin kalarak yaşamayı kavramak önemli ama aptalca avuntularla değil, kendini kandırarak değil. Kendini olduğundan başka yansıtarak, bir etki alanı yarattığın yanılgısına düşerek değil. Sahici olabilmek en zor sınav.
Aklıma esti yazdım. Bu an da, yarın dünde kalacak….